Trabzonspor’un etrafında yine toz kalktı. Kimisi “iyi gidişat bekleniyordu” dedi, kimisi “temel zayıf atıldı” diye söylenip durdu. Oysa kim ne derse desin, bu kulübün kalbinde çalışan bir saat vardır: Kimi tik tak diye duyar, kimi hiç fark etmez. Ama o saat işler.

Bu sezon o saatin sesi biraz daha gür çıkıyor. Çünkü bu takımın başkanı da, hocası da, elini taşa vura vura, duvara çarpa çarpa, ustalığını acıdan da sevinçten de yoğurarak öğrendi. Temel mi? Vallahi iyi atıldı. Hem de öyle kimsenin sandığı gibi “hadi bakalım” kolaycılığıyla değil. Plan yapıldı, program kuruldu, gece gündüz hesap kitap edildi. Ama gerçek başka: Trabzonspor’un kadrosu yeterli mi?
Bence değil… Bu lig uzun yolculuk ister, sağlam nefes ister. Hele Trabzonspor’un hikâyesi, yarım kadroyla değil, yarım kalmış hikâyeleri tamamlayanlarla yazılır.

Ara transfer? Olmazsa olmazı bir ön libero… Hem de öyle sıradanı değil, fiziği güçlü, rakibin oyununu bir makas gibi kesen, orta sahayı dik tutan bir usta el. Sonra bir stoper… Bir sol bek… Ve mutlaka bir oyun kurucu…


Dokunuşu fark edilen, sözü pasında saklı bir maestro…

Bu eksikler tamamlanırsa mı? O zaman seçmeyin, seyredin sadece…

Çünkü Trabzonspor o zaman yalnız maç kazanmaz, gönül de kazanır.

Bu şehirde futbol, rüzgârın Karadeniz’e anlattığı bir sır gibidir.
Kimi duyar, kimi duymaz… Ama duyan bilir ki bu takımın kaderi, alın teriyle ustalaşanların omuzunda yükselir. Trabzonspor’un keyfine o zaman diyecek söz olmaz. O zaman yazarız biz de: “Duvar örenler, sonunda kapıyı da açmayı bildi…”

KÜLLERİNDEN DOĞAN EFSANE

Başarılı bir teknik direktörün arkasında kim durur?
Kaderini eli titreyen yöneticilere mi teslim eder?
Taraftarın ateşi midir onu ayakta tutan?
Evdeki huzurun, dost meclisindeki sohbetlerin, akrabanın sırt sıvazlamasının etkisi ne kadardır? Soruların hepsi bir kenara, cevap tek bir yerde durur: Takımda. Bir teknik direktörün gerçek omurgası, omuz vereni, yüreğini tamamlayanı… Takımıdır.

Bugün Trabzon’un dağlarında rüzgâr sert esiyorsa, Karadeniz kıyılarında dalgalar kabarıyorsa, bunun adı Abdullah Avcı’nın kurduğu takımdaşlık düzenidir. Oyuncusuyla kurduğu gönül bağı, disipline ettiği kadro, sahada teri ve sabrı aynı anda çoğaltan bir inanç zinciridir bu.

Onana’dan Pina’ya… Batagov’dan sağlam bir Savić’e… Mustafa Hellaç’ın hızı, Farcorelli’nin aklı, Muci’nin kıvraklığı, Zubkov’un çalışkanlığı… Onuachu’nun dev adımları, Visca’nın ustalığı, Okay’ın omurgası, Bouchouari’nin iştahı… Nwakaeme’nin tebessümü, Ozan’ın cesareti, Baniya’nın duvarı, Olaigbe’nin enerjisi, Cihan Çanak’ın gençliği…
Ve arkadan gelen altyapı çocuklarının saf umudu… Bu kadro sadece ayaklarını değil, kalplerini de sahaya koyuyor. İşte fark burada!2020-21

Z kuşağı ekran ışığında büyüdü; sahadaki efsaneleri kitaplardan okudu.
Ama biz, bordo-mavinin tarihini alnımızın çizgilerinde taşıyoruz.
1975-76’nın gururunu… 1977’nin, 79’un, 80’in, 81’in, 84’ün destanını…
Ve haksızlığın en koyusunu yaşadığımız 2010-11’i… Sonra yeniden dirilişin adı olan o 2020-21’in büyük şampiyonluğu…

Müze? Kupa dolu bir hafıza odası…
Cumhurbaşkanlığı Kupaları, Türkiye Kupaları, Süper Kupalar…
Tozlanan değil, her bakıldığında yeniden parlayan bir tarih.

Şimdi Trabzon’un kalbi yeniden hızlı atıyor. Kader, bordo-mavi deftere bir çentik daha eklemek için gün sayıyor. Bir şehrin inancı, bir hocanın iradesi, bir kadronun sadakati… Hepsi aynı hikâyeye doğru akıyor:

Yeni bir doğuşa. Yeni bir efsaneye. Yeni bir şampiyonluğa.

Hazır olun… Fırtına, perdeleri araladı bile. Büyük gala yaklaşıyor.

“Efsane ’nin Doğuşu”-Yakında tüm Türkiye’nin gözleri önünde!

İKİ PUANLIK DÖNEMDEN ÜÇ PUANLIK SABRA

Rahmetli A. Suat Özyazıcı’nın o veciz sözleriyle başlayayım:
“İyi de oynasan, kötü de oynasan… Bir gol de atsan, puan cetveline yalnızca iki puan yazılıyordu.” O yıllar öyleydi… Emek, ter, sadakat ve sistem. Hesap kitap yoktu; puan cetveli de tribünler de danasını düne değil, yarına göre keserdi. Bugün ise bir galibiyet tam üç puan. Üç puanın ağırlığı sahada terleyenler için bile zor taşınırken, klavye başında yorum yapanlar sanki her maçın hakemi, teknik direktörü, hatta kulüp başkanı…

Fatih Hoca’ya seslenenler var…
Kibir demişler, ego demişler…
Sanki bir teknik direktörün özgüveni, cesareti, kendi doğrularını savunması ayıpmış gibi.

Ey kulak tıkayınca rahatsız olanlar…
Size kim diyor hocanın açıklamalarını zorla dinleyin diye?
Sığınmışsınız sosyal medyanın serin gölgesine…
Bekliyorsunuz sırtlanlar gibi:
“Bakalım Fatih Tekke bugün ne diyecek de üzerine çullanacağız?”

Hoşunuza gitmeyen bir cümle duyunca veryansın…
Ama içinize su serpen birkaç söz geldi mi, hemen “Biz hep destek olduk!” pozları…

Olmaz öyle.
Yok, öyle bir dünya.

Bir karar verin artık:
Olduğunuz gibi mi görüneceksiniz, yoksa göründüğünüz gibi mi olacaksınız?
Rüzgâr nereye eserse oraya dönen bukalemunlaşmış yorumculuk, spor kültürü değil; tribün gürültüsünün klavye versiyonudur.

Fatih Hoca tıkasın kulaklarını.
Çünkü önündeki yol engebeli, çünkü yürüdüğü yol dikenli.
Ama şampiyonluklar, başarılar, büyük hikâyeler böyle yazılır zaten.
Düşe kalka, eleştirilere aldırmadan, adım adım, inatla…

Bugün konuşan çok, iş yapan az.
Sosyal medya cesur; ama sahaya çıkınca ayaklar titriyor.
Köşeden bağırmak kolaydır, sahada durmak zordur.

O yüzden… Eskilerin bir lafına kulak verelim bugün:
“Laf bitmez… Ama icraat adam ister.”

Sabır ister.
İnanç ister.
Ve en önemlisi: Samimiyet ister.

Samimiyetiniz yoksa üç puanın da anlamı yoktur, iki puanın da…

Kalem susar ama gerçek susmaz: Bu takımın da, bu şehrin de, bu hocanın da yol hikâyesi daha yeni başlıyor. Gölge etmeyin; başka ihsan istemez.

ÜÇ MAYMUNUN TAM MERKEZİNDE DURAN ZİHNİYETLER

Fenerbahçe-Galatasaray derbisinin ardından hakem Yasin Kol’a yönelik tepkilerin, zaman zaman memleketi Trabzon üzerinden dile getirilmesi doğru bir yaklaşım değildir. Bu tarz söylemler, geçmişte de örnekleri görülen ve belirli şehirlere yönelik önyargılarla beslenen tartışmaları tekrar gündeme taşımaktadır.

“Trabzonlu hakem olur mu?” şeklindeki genellemeler sağlıklı değildir. Yıllar boyunca İstanbul doğumlu, çeşitli kulüplere yakın olduğu iddia edilen pek çok hakem önemli maçlara atanmış, bu durum da kamuoyunda benzer şekilde tartışılmıştır. Ancak bu eleştiriler her zaman aynı yoğunlukta dile getirilmemiştir. Bugün Yasin Kol’un doğum yeri üzerinden ortaya konan tepkiler, geçmişte tutarlı bir şekilde sürdürülmeyen bu yaklaşımı yeniden gündeme getirmektedir.

A Spor’daki Levent Tüzemen’in derbi sonrası yaptığı yorumlarda da hakemin memleketi üzerinden değerlendirmeler yapması, spor kamuoyunda rahatsızlık yaratmıştır. Benzer şekilde, geçmiş yıllarda Trabzonspor yarışın içindeyken, farklı kulüplerle ilişkilendirilen hakemlerin maçlara atanması da tartışılmış fakat her zaman aynı tepkiler gösterilmemiştir. Bu durum, spor yorumculuğunda ve medyada “işime gelince normal, dokununca skandal” anlayışının hâlâ var olduğunu düşündürmektedir.

Türkiye’de spor medyasının uzun yıllar belirli merkezlerden yönlendirildiği yönünde eleştiriler vardır. Bu nedenle, köken veya memleket üzerinden genelleyici ifadeler kullanılması bugün çok daha hassas bir konudur.

Canlı yayınında dile getirilen “memleket” vurgusunun, spor tartışmalarını olması gereken zeminin dışına çıkarma ihtimali bulunmaktadır. Hakem performansı elbette tartışılabilir; ancak herhangi bir hakemin doğduğu şehir üzerinden tüm bir topluluğa yönelik imalar yapılması doğru değildir.

Sonuç olarak, spor medyasında eleştirilerin kişiselleştirilmeden, önyargılardan uzak ve yapıcı bir dille yapılması gerektiğini düşünüyoruz.

ÇEŞME BAŞINDA DURAN ZAMAN

Bazen bir fotoğraf geçer elinize…
Sadece bir kare değildir; yılların yükünü omuzlayan, zamanı durdurup insanı çocukluğuna, gençliğine, hatta unuttuğu duyguların eşiğine götüren bir hatıra tüneli gibidir. Burhan Genç’in arşivinden çıkan o güzellik de işte tam böyle bir fotoğraftı. 1986 yılının Torul Uğurtaşı… İstavri Yaylası’nın serin rüzgârı, çeşme başında bir araya gelmiş Trabzon’un kalburüstü delikanlıları… Öyle bir görüntü ki; hem yaylanın sessizliğini bozuyor hem de yıllar sonra kalbinizin içinde başka bir sessizlik bırakıyor.

Bu fotoğrafın yaşayan iki kıymetlisi var bugün…
Biri gönül adamı Burhan Genç. Diğeri Trabzonspor’un efsane başkanlarından, adı şehrin futbol hafızasında altın harflerle yazılı Ahmet Celal Ataman. Her ikisine de Allah’tan sağlıklı, uzun ömürler diliyorum.
Onlar yaşadıkça, o günlerin insanlığı da yaşıyor.

Fotoğrafın diğer yüzünde ise artık aramızda olmayan nice güzel insan…
Rahmetli Orhan Kaynar ve Turgay Murtezaoğlu… İkisiyle de Hürriyet Gazetesi’nin bürosunda aynı havayı soluma şansım oldu. Nezaketi meslek ahlakı hâline getirmiş, insanlığı mesleğin önüne koymuş eşsiz iki ustaydı onlar. Allah rahmet eylesin.

Çocuk doktoru Fetih Kocabaş… Avukat Nihat Kaynar… Trabzon CHP eski il başkanlarından Ertuğrul Atakan… Dış doktoru Mahmut Karakullukçu…

Özlenen günler özlenen insanlardı.. Hepsi artık bu dünyadan göçtü ama isimleri hâlâ Trabzon’un insanlık arşivinde birer inci tanesi gibi duruyor.
Ruhları şad mekânları cennet olsun.