Lügat paralamak ifadesi, lügat parçalamak sözcüğünden bozulmadır.  Eskiler, halkın konuşma dilinde kullandığı sözcüklerle değil de anlamı sözlüklerde ancak bulunabilecek kelimeleri kullanarak düşüncelerini anlatan kişiler için lügat paralıyor tanımını kullanmışlardır.

Osmanlıda şiir, okumuş kesimin en çok başvurduğu, kişinin entelektüel olduğunun göstergesi konumunda olan unsurdu. Şiir yazmayan ve şiirden anlamayan kişilere toplumda itibar edilmezdi. Devlete memur olmanın, yüksek bir makama gelmenin ya da devlet erkânı ile tanışmanın en kısa yolu şiir sohbetlerinde boy göstermekten geçiyordu.

İnsanların lügat paralaması o dönem insanın şiire olan yaklaşımından kaynaklanmaktaydı.

Şiir yazanlar, kendilerini toplumun diğer kesiminden üstün gördükleri için şairliklerini bir vesile ile göstermek durumundaydılar. Divan şairleri halk şairlerini bile beğenmez, onların şiirlerini, manavcının bağırması, parmak hesabı, diye hafife alırlardı. Bu kişiler bir gün düz yazı yazmak zorunda kaldıklarında, şair olduklarını göstermek için, şiir dilini düzyazıya döker, halkın anlamadığı kelimeleri kullanarak farklılıklarını ortaya koymaya çalışırlardı. Bunlar Trabzon’a kar yağdı cümlesini, Trabzon cibal-i mürtefasına berf nüzul ettiği cümle-i müstehbarattandır diyerek kendilerinin farklı olduğu gayretini gösterirlerdi. Ahmet Cevdet Paşa bu tür yazıları yüzdeki bene benzeterek, bu benlerden bir adet bulunmasının insana güzellik verdiğini fakat bunların sayısının artmasının çirkinliğe yol açtığını dile getirmiştir.  Osmanlının son zamanlarında da sanatlı yazma hastalığı bürokraside fazlasıyla yer edinmiş, memurlar, normal ifadelerle anlatmaları gereken bir duyuruyu aşırı sanatsal bir ifade gayretiyle yazar olmuşlardı. Bu durum işlerin aksamasına neden olduğu gibi, anlatılmak isteneni anlamak da karşı tarafın hem enerjisini hem de vaktini alıyordu.

İnsanların düz yazıda lügat paralamalarının bir diğer sebebi de okuyan kişinin azlığından kaynaklanmaktaydı. Eskiden okuma-yazma, eğitimli olma herkese nasip olmazdı. Mektep medrese görme toplumda ancak birkaç kişiye nasip olurdu. Okumak imtiyazlı kişilerin elinde idi. Bu kişiler şair olmasalar bile kendilerinin farklı olduğunu göstermek için, konuştukları ve yazdıkları zaman, halkın anlayamayacağı kelimeleri kullanmakta ve kendilerinin farklı olduğunu göstermeye çalışmaktaydılar. Bugün biraz İngilizce bilen kişiler de aynı ruh hâlini yansıtmakta, konuştukları zaman İngilizce sözcükleri ısrarla kullanarak cümle içinde kendilerini pazarlama gayreti içerisine girmektedirler.

Lügat paralayan kişilerin bir topluma ve o toplumun diline çok büyük zararları dokunmuştur. Edebiyat yapma adına, suni ifadelere başvurmanın dili havalı kullanmanın dilin gelişimine hiçbir katkısı olmamıştır. Osmanlı aydını, altı yüzyıl dile bu mantıkla yaklaşmış, bu yüzden halk ile aralarındaki bağı koparmıştır. Dil ile başlayan halk ile farklılaşma daha sonra onun yaşam ve düşünce tarzını beğenmemeye dönüşmüş, bir zaman sonra halk ile onu yönetenler arasında uçurumların oluşmasına zemin hazırlamıştır. Tüm dünya dillerinde dil okumuş kesimin gayretleri ile gelişirken, Osmanlı’da Türkçe aydınların elinde körelirken kenar bölgelerdeki halkın ağzında daha çok gelişmiş ve halkın sahiplenmesi ile kaybolmaktan kurtulmuştur.

Bir Nükte

Bir hoca, öğrencilerinden bilgi, görgü istek, dilek ve düşüncelerini günlük konuşma dili ile değil; süslü, sanatlı, eskilerin deyişi ile “lügat paralayarak” anlatmalarını ister, öyle yapmayanlara da kızarmış.

Soğuk bir kış günü, ders yaparken ısınmak için sınıfta bulundurdukları mangaldan bir kıvılcım bir vesile ile hocanın başındaki kavuğuna düşer, kavukta yavaş yavaş duman tütmeye başlar, bu durumu gören bir öğrenci:

Ey hâce-i bîmisal ü üstâzı zi kemal, bi hikmeti rabbî müteal, nar-ı mangaldan bir şerâre alûlânizdeki kavuğa iş’al eylemiştir, der.

Öğrenci bu sözleri bulup düşüncesini ifade edene kadar, hocanın kavuğu alevlenir.

Hoca kızar, ulan sarığın yanıyor desene, diye bağırır.