Yaz geldi mi Karadeniz’de bir kıpırdanma başlar. Kuşlar uçar, bulutlar çöker, neneler peştamallarını çekiştirir, dedeler bastonunu yere bir kez daha vurur: “Haydin daaa,yaylaya gidiyruz uşağum!” İşte bu cümleyle başlar Karadeniz’in geleneksel “yaylaya göç” macerası. Tulumlar şişer,inekler,koyunlar ve keçiler şaşırır; şehirde kalanlar ise iç çeker.
Her yıl, Karadenizliler yaz gelince şehirden yaylaya göç eder. Ama bu öyle basit bir göç değil… Bu 2000 rakımda başlayan patikada lastik ayakkabıyla biten. “şehir gürültüsünü arkada bırakıp horon eşliğinde oksijene kafa tutma” operasyonu ve kültürel bir tırmanıştır.
Her ailede yaylaya çıkış ritüeli farklıdır. Kimisi önceden buzdolabını gönderir, kimisi ineği sırtına alır. Bazıları ise “biz doğaya karışmaya gidiyoruz” diye yola çıkar ama iki kilometre sonra doğa onları karıştırır. Çünkü yaylaya göç demek, çadırla kucaklaşmak, inekle göz göze gelmek ve tabii ki lahana ile mısır ekmeği yemek demektir.
İlk gün yaylaya varıldığında herkes heyecanlıdır. “Şuraya çadır kuralım.” “Hayır, o tarafa güneş düşmüyor.”, “inekler şuradan kaçtı.” … En sonunda çadır nereye devrilirse oraya kuruluyor ama sorun değil. Çünkü Karadeniz insanı, çadırı kurup içine soba bile koyar. Yani yaylada “olmaz” diye bir şey yoktur. Geceleri serin olur ama yayla mantığı şudur: Üşüyorsan horon tepeceksin. Horon hem ısınma hem de tanışma ritüelidir. Ama horon değil bu adeta yerel çapta bir deprem. Nene elindeki bastonla tempo tutar, çocuklar araya girip kaybolur. “Uşaaağum nerdesin!” çığlıkları eşliğinde, horonla yapılan kayıp ilanları görülür.Bu arada inek kaçmıştır. Kimse görmemiş ama horonun içine karıştığına dair güçlü şüpheler vardır. Çünkü bir ara bir çift toynak görülmüş, üstelik ritmi de gayet tutturmuştur. İnek de horon oynar mı? Karadeniz’de neden olmasın? Zaten burada tavuk da horon oynuyor, sis bile kendi ekseninde dönüyor.
Yaylada teknoloji yoktur. Telefon çekmez. Çekse de zaten pili biter. O yüzden gençler ilk üç gün göz temasından kaçar, dördüncü gün kitap okurlar, beşinci gün “Baba, inekle konuşabilir miyim?” demeye başlarlar. Yayla insanı sabırlıdır ama doğa sabırlı değildir. Bir anda sis çöker, teyzeler “Yandaki taşta cin oturuyordu geçen yıl, dikkat et.” diyerek moral motivasyonu sağlar.
İnekler, koyunlar ve keçiler yaylanın gerçek sahipleridir. Sabah seni onlar uyandırır, gece seni onlar korkutur. Onlara selam vermeden yaylada yaşanmaz. Ayrıca dikkat: keçiye bakarken göz teması kurarsan, evine kadar eşlik edebilir. Bu bir tür yayla sözleşmesidir.
Karadeniz’de yaylaya çıkmak, sadece bir doğa kaçamağı değildir. O bir yaşam tarzıdır. Sabah horon, öğle yayık ayranı, akşam yıldızlı gökyüzü... Evet, bazen üşürsün, bazen inekle ters düşersin ama sonunda hep dersin:
“İyi ki çikduk.”
Karadenizli için yayla sadece bir rakım değil, bir mizah, bir direnç, bir yaşam şeklidir. Burada her şey olabilir ama bir tek şey asla değişmez: Horon asla yarım kalmaz.
Ve unutmayın:
Şehirde klimayla serinlersin, yaylada nefesle. Ama en çok kahkahayla ısınırsın.