CHP Trabzon Milletvekili (1977-1980) Rahmi Kumaş’ın kaleme aldığı Türkiye’nin 7. Başbakanı (1947-1949) Trabzonlu Hasan Saka’nın (D-1885-Ö-1960) hikâyesini içeren 1998 baskısı 80 sayfalık bir kitap.
Kitabın 4. Sayfasında yer alan şu paragrafı okuyunca, “Geçmişten günümüze” diyerek siyasetteki insan figürü üzerindeki değişikliğin derecesini düşünmemek mümkün değil!

“Hasan Saka, konuşmalarındaki özlülüğü, özellikle günümüz politikacıları gibi uzun konuşmaması, yapmayacağı işleri yapacak gibi görünmemesi, ülkenin bütününe sahip çıkması, seçim çevresi politikacısı olmayışı, milletvekili olmak için birkaç yerden aday olma hakkı olduğu halde kendi ili dışında bir yerden adaylığa yanaşmaması ilkesi, ahlâkı ve tüm özellikleriyle bir başkaydı…”

Sayın Rahmi Kumaş’ın “Bir Başkaydı Hasan Saka” diyerek kaleme aldığı eserin “Trabzon Nedeniyle Basında Hasan Saka” kısmındaki, Trabzon Demiryolu, Trabzon Baştan Donandı, Trabzon Limanı İçin bölümlerini “Dünden Bugüne” faslında önümüzdeki günlerde irdeleyip, paylaşacağız.
KARAYOLLARI İÇİN… SAYIN BAKAN URALOĞLU’NA AÇIK ÇAĞRI…
“Karayollarındaki üst geçit ve kenarlardaki direklere afiş-pankart asılamayacağı” ilgili üçüncü yazımız.
Önce, uzaktan yakından yetkili-ilgili herkese, her kesime yaptık.
Sonra baktık ki, afiş ve pankartlar yerlerinde sallanıyor, “Kimsenin de kılı kıpırdamıyor”, yolların sahibi Karayolları Genel Müdürlüğü’ne, “Yönetmeliği uygulayın” çağrısı yaptık.
Olmadı!

Olmayınca da, vatandaşın can ve mal güvenliğini tehdit eden yanlıştan vazgeçilmesi için, söz konusu karayolu olunca işin temelinden gelip, baş sorumluluğunu üstlenen Ulaştırma ve Altyapı Bakanı’mız Sayın Abdullah Uraloğlu’na arz eylemekten başka yol kalmadı!
Yok yok! Yollar tükenmedi.
Buradan da sonuç alınamaz ise, sırada İçişleri Bakanlığı, oradan da bir şey çıkmaz ise Sayın Cumhurbaşkanı’da ahvali iletmek var.
Yani demek istiyorum ki, “Yanlıştan dönülmesi için sonuna kadar mücadele edeceğiz.”
Biline!
AÇ AYI DAHA ŞANSLI!
TÜİK tarafından yapılan açıklamadan öğrendiğimiz kadarı ile tarım sektörü yüzde 13 küçülürken, ben diyeyim “Beton”, siz söyleyin “İnşaat” sektörü aynı oranda büyüdü.
Birden aklıma ister istemez; “Aç ayı oynamaz” deyimi gelmedi değil!

Üstüne üstlük, devlet eliyle de “Konut Seferberliği”ne hız kazandırmak için maliyenin kaynakları da betona tahsis edildiğini de görünce ne diyeyim?
Gelin bununla ilgili bir başka derb-i mesel daha aramayıp, “Ayı bile insandan şanslı! Hiç değil ise yılın yarısını yemeden içmeden yaşama hakkına sahip” diyelim mi?
DELİLİK Mİ DEDİNİZ?
Hiç uzatmaya, evelemeye gevelemeye gerek yok!
Şöyle bir söz vardır, ama yanlış tefsir edilir!
“Delilik, sürekli aynı şeyi yapmaktır.”
Neden mi yanlış?
Çünkü “Delilik sürekli aynı şeyi yapmak değil, aynı şeyi yaparak farklı sonuç beklemektir.”
Örnek mi?
Dünya da çok! Ama bu ülkede çoğunda ötesinde!
Güncel örnek isterseniz, alın silahlı adamları ile ziyarete gelen (!) ve halâ “dost” diye davet edilen Barzani’yi ki, bir zamanlar kırmızı halı ile de karşılanmıştı.
Bu örnek yetmez ise, Kuzey Irak’ta oynanan “Silah Yakma Tiyatrosu”nun baş kadın oyuncusunun, gerçekte silahları bırakmadıklarını, sadece bulundurdukları cephaneliğin ismini değiştirdiklerini söylemesi…
Onlar bilinçli olarak (!) “Delilik” ten vazgeçmezler. Ama birileri onların vazgeçmeyerek yaptıklarından ne hazindir ki, farklı sonuç bekler dururlar!
BİRBİRİMİZİ ANLAYABİLMEK…
Birlikte olabilmek, zor olduğu kadar da kolaydır.
Her şeye “ben” merkezli bakıp, “herkesle birlikte olacağım” diyemezsiniz.
Bazen çok karmaşık ve zor gibi görünen, kentteki bu ortak yaşamı, “Ortak paylaşım alanında birlikte olduklarınızın yerine kendinizi koyarak düşünmeye başlayarak” basit bir hale getirebilirsiniz. Basit yaşamın sorunlarını çözmekte aynı zorluk derecesindedir.
Bunun için aklımızdan eksik etmeyeceğimiz temel hareket tarzı, “Sınırsız özgürlük yoktur. Benim özgürlüğümün varacağı yer karşımdaki ya da yanımdakinin sınırına kadardır” diyebilmektir.
Kendi özgürlük alanınızdaki sınırlar size yetmiyorsa, o takdirde, ortak alanlar oluşturup, oralarda buluşacaksınız. Ama o alanların kurallarını paylaştıklarınızda birlikte yapabilmeyi, toplum halinde yaşamanın ilk kuralı olarak koyabilmeyi başarmak zorundasınız. Bunun için de, öncelik “Birbirinizi anlayabilmektedir.”
Aksi takdirde, paylaşmaya çalıştıklarınız, “Ben ateşin içindeyim. Sen derede yıkanıyorsun” der durumda iseler, toplum ve özellikle de millet olamazsınız. 17 MAYIS 2015
KISSADAN HİSSE, BİZİM MAHALLEDEN…
Salı günü, “Bizim Mahalle”ye uğramayı unuttuk!
Unutmasa idik, özellikle ben diyeyim “Yok Satan”, siz söyleyin “Hiç satmayan” traja sahip bir kısım gazetelerde kendilerine sunulan köşeler yetmezmiş gibi, ekranlara da konuk edilen “görevlendirilmiş” yazar değil, yazanlardan söz edecektik. Daha net ifade ile, “Bizim mahalleye kaçak olarak sokulanlardan!”
Ancak sadece bu ülkede değil, dünyada bile olup bitenlere ben diyeyim “at gözlüğü takarak” siz söyleyen “tek göz ile bakarak” yazanlar, işlerini öylesi bir ifrata vardırdılar ki sahiplerine bile “Bu kadar da olmaz ki” bile dedirtmeye başladılar!
*
Dedirtirler, dedirtirler!
Çünkü bunlar fiziken değilse bile fikren omurgasızdırlar!
Maskeli baloya katılanlara benzerler!
Fikirleri yoktur, zikirleri vardır.
Liyakat sahibi değil, sahibi güçlü olduğu müddetçe de “sadakat sahibidirler.”
Lâfı da, yazıyı da uzatmayıp, “kıssadan” hisse diyelim:
*
Padişahın biri, patlıcanı çok severmiş.
Ne zaman; “Şu patlıcan musakkaya bir türlü doyamıyorum” dese, dalkavuğu da:
“Aman padişahım, siz söyleyince ağzımın suyu akıyor. Akşam olsa da yesek” dermiş.
Padişah; karnıyarıktan, patlıcan dolmasından, kızartmasından, kebabından, patlıcan salatasından, turşusundan ve reçelinden söz ettikçe, dalkavuk da göklere çıkarırmış...
Gel zaman git zaman, padişah patlıcandan nefret etmiş. Sofraya değil yemeği, salatası, turşusu, tatlısı, patlıcanın (P) harfinin gelmesini bile yasaklamış.
“Şu patlıcan musakkanın neresini beğenirler de yerler, bir türlü anlamıyorum” dediğinde de, dalkavuk da padişahın sözünü tamamlamış;
“Aman padişahım, bu musakkanın yenilmesini de yasaklamak lazım...”
Bunun üzerine Padişah bile dayanamamış ve; “Yahu! Sen bir zamanlar patlıcanı metheder ve adeta göklere çıkartırdın. Şimdi ise patlıcanı ve yemeklerini kötülüyorsun. Nasıl olur da bu kadar değişebilirsin hayret!” demiş.
Dalkavuk da hemen cevap vermiş:
“Padişahım ben patlıcanın değil, sizin dalkavuğunuzum!”