Trabzonspor’da yeni sezona dair transfer söylentileri gündemde hararetli şekilde yer alırken, Bordo- Mavililerin saha içindeki en büyük eksikliği yeni sezon öncesi giderilmeli. Takımı yönlendirecek gerçek bir oyun lideri, bir beyin, bir maestro… Colman’dan Hamşik’e uzanan çizgide 10 numara pozisyonunda hem oyunu okuyabilen hem de arkadaşlarını yönlendirebilen oyuncular, Trabzonspor’a her zaman seviye atlatmıştır. Bugün o profile sahip bir futbolcu kadroda yok.

Ne Batista Mendy ne de Cham bu rolün oyuncusu. Bunu artık sağır sultan bile duydu. Mücadeleci, çalışkan olabilirler ama oyunu yönlendirme meziyetinden uzaklar. Oysa Trabzonspor’un ihtiyacı olan, sıkışan oyunda kilidi açacak, hücum hattına yön verecek, gerektiğinde sorumluluk alarak maç kazandıracak bir 10 numara. İşte bu boşluk doldurulmadıkça hedefe ulaşmak da hayal olacak.

Sosyal medyada son günlerde Paul Pogba’nın ismi dolaşıyor. Kağıt üzerinde yıldız bir isim. Dünya Kupası kazanmış, üst düzey kulüplerde oynamış bir oyuncu. Ancak unutulmamalı: Pogba, doping nedeniyle 4 yıl futboldan men cezası aldı. Dönmesi dahi belirsizken, futbol oynayabileceği gün geldiğinde fiziksel ve mental durumu nasıl olacak? Ve asıl soru: Trabzonspor bir risk daha almayı kaldırabilir mi?

Bu noktada hafızaları taze tutmakta fayda var. Sturridge transferi hâlâ kulübün hafızasında bir hayal kırıklığı olarak duruyor. Büyük umutlarla geldi, büyük paralar ödendi. Lakin geldiği günden itibaren ne idman disiplini vardı ne de istikrarı. Keyfine göre oynayan, keyfine göre idmana çıkan bir oyuncu, Trabzonspor gibi hedefi olan bir takımda asla kabul edilemez. Kaldı ki sadece 11 maçta 4 gol atıp sonra “Trabzon bana göre değilmiş” diyerek çekip gitti.

Trabzonspor, Sturridge gibi şöhretli ama sorumsuz bir isme daha tahammül edemez. Bu takım, savaşan, karakterli, takımı sırtlayacak futbolcularla ayağa kalkar. Oyun lideri aranıyorsa, Pogba gibi sorunlu bir isme değil; sahada işini yapan, geçmişi başarılarla dolu ama hâlâ aç bir futbolcuya yönelmek şart. Taraftar artık parlatılmış isimlerden değil, sahada terini son damlasına kadar akıtanlardan medet umuyor. Yönetim, bu sezonun transfer stratejisini geçmişin hatalarından ders alarak kurmalı. Çünkü bu şehir, yıldızdan çok karakterli futbolcuyu sever. Ve Trabzonspor’un geleceği, artık bu farkı görebilen bir vizyona bağlı.

TÜRKİYE LİGİ Mİ, YOKSA İSTANBUL LİGİ?

Rahmetli Öztürk Serengül’ün müzikhollerde söylediği o meşhur sözü hatırlayan var mı?"Abidik gubidik tiviste gel, lap lüp laba lüba tiviste gel..."
Sanki bu sözler, bugün Türkiye futbolunun içinde bulunduğu halin tam bir özeti gibi. 2025-26 sezonu itibarıyla Türkiye 1. Ligi, ne yazık ki gerçek anlamda bir "Türkiye Ligi" olmaktan çıkmış; adeta “İstanbul Ligi” haline gelmiş durumda. Neden mi? 18 takımın 7’si İstanbul’dan: Beşiktaş, Galatasaray, Fenerbahçe, Başakşehir, Kasımpaşa, Eyüpspor ve Karagümrük. Bu 7 takım, kendi aralarında içeride ve dışarıda olmak üzere çift maç yapacaklar. Ancak bu maçlar, deplasman sayılamıyor. Çünkü deplasman kavramı, takımların kendi şehirlerinden uzak yerlere gitmesiyle anlam kazanır. İstanbul içi maçlarda deplasman ne demek?

Oysa Anadolu takımları, bu sezon tam 7 kez İstanbul’a gitmek zorunda kalacak. Hem de her seferinde deplasman oynayacaklar. Hem maddi hem de manevi olarak büyük bir yük üstleniyorlar.
Bu tablo, Anadolu futbolunun en büyük utancıdır.

Futbol, sadece İstanbul takımları arasında dönen bir oyun olmamalıdır. Anadolu takımları yok sayılırsa, Türkiye futbolu da gelişemez, büyüyemez. Bölgesel dengesizlikler futbolun en büyük düşmanıdır. Takımların başarıları sadece kendi bölgeleriyle sınırlı kalmamalı, ulusal bir kimlikle yarışmalı.

Bu haliyle Türkiye 1. Ligi, Türkiye’nin dört bir yanındaki futbolseverlere haksızlık ediyor. Anadolu takımlarının seyirci desteği, coşkusu, mücadele ruhu bu düzende gölgede kalıyor. İstanbul’un göbeğinde oynanan maçlar, Anadolu’ya çok uzak kalıyor.

Futbolun özündeki rekabet ve heyecan, tüm şehirlerin eşit koşullarda mücadele ettiği bir ligde anlam kazanır. Eğer 2025-26 sezonu “İstanbul Ligi” olmaya devam ederse, Türkiye futbolunun geleceği ciddi risk altındadır.

Anadolu futbolu unutulmamalı, desteklenmeli. Yoksa “Türkiye Ligi” denilen bu lig sadece İstanbul’un keyif çatısı olmaktan öteye gidemez.

Futbolun gerçek adresi Anadolu’dur.

AKIL VEREN ÇOK!

Lig sona erdi. Uzun bir sezonun ardından, "Nihayet eziyet bitti" derken bu kez de akıl hocaları türemeye başladı. Ağzı olan konuşuyor. Mikrofonu önünde bulan, bir anda teknik direktör, futbol filozofu, hatta transfer uzmanı kesiliyor. Transfer dönemi yaklaşırken herkesin bir fikri var, herkes alınacak oyuncular hakkında akıl veriyor.

Madem bu kadar biliyorsunuz, madem bu kadar meraklısınız, hadi buyurun! Elinizi taşın altına koyun. Gelin Trabzonspor’da yöneticilik yapın. Transfer komitesinde yer alın, alınacak oyuncuları siz belirleyin.

Ekranlara çıkan birisi çıkmış, yönetimi eleştiriyor. Güzel kardeşim, ekran başında konuşmak kolay. Onuachu, bu şehri tanıyan, Trabzonspor'u bilen bir oyuncu. Taraftarın sevdiği, sahada mücadelesiyle takdir toplayan bir isim. Transfer sadece para işi değil. Oyuncunun isteği, aidiyeti, şehre ve takıma olan uyumu çok daha önemli. Onuachu, sahada duruşuyla bu camiaya yakıştığını gösterdi. Sadece istatistik değil, yüreğini de koydu ortaya.

Herkesin bir fikri olabilir, ama bu kulüp sosyal medya hesaplarından, ekran başı yorumlarından yönetilmez. Bu işler masa başında, doğru planlamayla, büyük emeklerle yapılır. O yüzden, dışarıdan akıl vermek kolay. Gerçek katkıyı sağlayanlar ise o taşın altına elini koyanlardır.

BEN SANA NASIL FUTBOLCU OLDUĞUMU SÖYLEMİŞTİM

Trabzon sokaklarında top koştururken adı efsaneler arasında anılmaya başlayan “Tabut Ali”, yani Ali Yılmaz, Trabzonspor altyapısından A takıma kadar yükselmiş, 1983-84 sezonunda şampiyonluk yaşamış gerçek bir Karadeniz çocuğu. Bordo-Mavili sevdanın içinde büyümüş, topa her dokunuşunda tribünleri ayağa kaldırmış bir isimdi.

Ancak kaderin ağları bazen en sevdiklerini birbirinden ayırır. Birçok nedenden ötürü, çok sevdiği Trabzonspor’dan ayrılmak zorunda kalan Tabut Ali, rotasını Samsun’a çevirdi. O dönem Samsunspor’un başında İngiltere' den yeni dönen teknik direktör Feti Demircan vardı. Feti Hoca, Tabut Ali'nin yeteneğini henüz bilmiyordu ve onu yedek takıma aldı. İlk antrenmanda Ali’ye hangi mevkide oynadığını soran Fethi Hoca, cevabı duyunca kulaklarına inanamadı: “Sağ açık, sol açık, orta saha, santrfor. Nerede istersen oynarım hocam.”

Bu cevap, Fethi Demircan’a biraz abartılı geldi ve genç oyuncuya temkinli yaklaştı. Ancak Tabut Ali’nin cevabı lafta kalmadı. Yedek takım maçlarında yıldız gibi parladı, art arda gollerle hocasının gözüne girmeyi başardı.

Ve o gün geldi… Samsunspor, ligde Orduspor ile karşı karşıya gelecekti. Fethi Demircan, artık kararsız değildi. Tabut Ali ilk 11’deydi.Karşı takımın kalesindeyse ilginç bir tesadüf vardı: Mahallesinden eski dostu, adaşı kaleci Ali. Maç başladığında tribünler nefesini tuttu. Tabut Ali ne zaman topla buluşsa, kale gözlerinin önünde canlandı. Ancak kaleci Ali onu tanıyordu, topun yönünü sezdi, izin vermedi. Bu engel karşısında öfkelenmek yerine zekâsını konuşturan Tabut Ali, çözümü bir başka yetenekte buldu. Her topu usta golcü Tanju’ya servis etti. Tanju da bu ikramları geri çevirmedi; iki net golle skoru tayin etti. Samsunspor’un 2-0’lık galibiyeti sonrasında manşetler hazırdı: “Tabut Ali bu kez sustu, Tanju’yu konuşturdu.”

Karadeniz’in asi ruhu, adını bir kez daha yeşil sahaya yazdırdı. Hem oyunuyla hem aklıyla… Ve belki de Fethi Hoca’ya şu cümleyi fısıldadı:
“Ben sana nasıl futbolcu olduğumu söylemiştim.”

BİR ÖMÜRÜN ALKIŞLARLA TAÇLANDIĞI GECE

Trabzon’un sokaklarında, caddelerinde, mahallelerinde kime sorsanız "Sanat Güneşi kimdir?" diye, gözlerini hafifçe kısıp tebessümle verecekleri cevap aynıdır: Salim Önder… Çünkü o, sadece bir sanatçı değil; bu şehrin sesi, ruhu ve hafızasıdır. 50 yıldır bir kuşaktan diğerine ulaşan sesiyle, her bir notasında Trabzon’un hüzünlerini, sevinçlerini, anılarını dile getiren yaşayan bir efsanedir.

Ortahisar Belediyesi, işte bu kıymeti unutmadı; unutturmadı. Yıllarca halk arasında "Askeriye Hamamı" olarak bilinen, zamanla sessizliğe gömülen o tarihi mekân, Belediye Başkanı Ahmet Kaya’nın destekleri ve Kültür Müdürü Sadettin Önsel’in özverili çabalarıyla kültür ve sanatın yeniden hayat bulduğu bir merkeze dönüştürüldü. Ve bu anlamlı yerde, Türk Sanat Müziği'nin duayen ismi Salim Önder için düzenlenen "50. Sanat Yılı Anma Programı" ile vefa, bir kez daha kelimelere değil, kalplere yazıldı.

Hasan Paşa Askerî Müzesi’nin tarihi dokusu içinde gerçekleşen bu özel gecede, Trabzon’un Türk Sanat Müziği’ne gönül vermiş birbirinden güçlü sesleri sahne aldı. Her biri Salim Önder’in açtığı yolda yürüyen sanatçılar, söyledikleri her şarkıyla sadece kulağımıza değil, yüreğimize de hitap etti. Salonu dolduran izleyiciler adeta zamanın içinde bir yolculuğa çıktı; kimi zaman hüzünlendi, kimi zaman gülümsedi, ama her an müziğin büyüsüne kapıldı.

Ve gecenin en unutulmaz anı… 75 yaşındaki Salim Önder’in sahneye çıkmasıyla izlemeye gelenler adeta ayağa kalktı. Ben, eşim ve oğlum ile birlikte sanat güneşi Salim Önderi dinleyerek büyük keyif aldık. Yarım asrı aşan müzik yolculuğuna rağmen, ne sesinden eksilen bir tını vardı ne de yüreğinden eksilen bir sevda… Sahneye adımını attığı anda, o eşsiz sesiyle tüm salonu büyüledi. Her notasında, her nefesinde, yılların birikimi, emeği ve tutkusu vardı. Dinleyenler bir kez daha anladı ki, gerçek sanat zamana direnendir; tıpkı Salim Önder gibi.

Programın sonunda Ortahisar Belediye Başkan Vekili Cüneyt Zorlu ve Yomra Belediye Başkanı Mustafa Bıyık, CHP il Başkanı Mustafa Bak,

Salim Önder’e takdim ettikleri plaket ve hediyelerle bu anlamlı geceyi taçlandırdılar. Ama o gece verilen en büyük ödül, hiç kuşkusuz halkın gönlünden kopup gelen alkışlardı. Çünkü vefa, bazen bir plaketle değil, bir gözyaşıyla, bir içten gelen “iyi ki varsın” fısıltısıyla yaşanır. Programın ardından Salim Önder’i izlemeye gelen yüzlerce seveniyle hatıra fotoğrafları çektirmesi, onun sadece bir sanatçı değil, bir halk değeri olduğunun en net göstergesiydi. O anlarda yüzlerdeki mutluluk, gözlerdeki saygı, bu şehrin ona ne kadar minnet duyduğunu anlatıyordu.

Trabzon, bu anlamlı geceyle sadece bir sanatçısını onurlandırmadı. Aynı zamanda kültürüne, geçmişine, değerlerine sahip çıktığını bir kez daha gösterdi. Çünkü şehirleri şehir yapan sadece binalar, yollar değil; onun içinden çıkan değerlere duyduğu sevgidir. Salim Önder, işte bu sevginin adı oldu. Sanat Güneşi Salim Önder’e bir ömürlük teşekkürler…

O YILLAR... O İNSANLAR...

Trabzon Ortahisar Belediyesi Kültür Müdürü Sadettin Önsel’den yıllar önce dinlediğim bir anı, beni geçmişin o samimi, sıcacık günlerine götürdü. Önsel, Salim Önder ile yaşadığı anıları şöyle anlatıyor:“1988’li yıllar… Gençlik yıllarımız. O zamanlar bekarız. İş yok, cebimizde para yok ama gönlümüz zengin. Hayat müzikle daha güzeldi. Rahmetli Saffet kanunuyla, Hasan Tahsin kemanıyla, Rıfat udisiyle, Serkan ve ben ritimde… Salim abi ise çoğu zaman ara sazları ağzıyla yapardı. İki ritim, bir kanunla öyle güzel programlara imza attık ki, o günleri hatırladıkça içim ısınıyor.

O dönemde müzik sayesinde cebimiz para görmeye başladı. Sokaklara daha özgüvenli çıkıyor, geziyorduk. Sinemaların birinden girip ötekinden çıkardık. Uzun Sokak'ta lahmacun yemek bizim için lükstü; hele ki Güloğlu’nun ezogelin çorbasının tadı... Hâlâ damağımda.

Bazen oyun havalarında kanuni Saffet bir başlardı dolaşmaya, Erkan ritimde döktürünce bahşişler adeta yağmur gibi yağardı. O bahşişler bize ilaç gibi gelirdi, ekmeğimiz, umudumuz olurdu.

Akçaabat’ta meşhur Sebat Restoran’ın atmosferi bir başkaydı. Bülent’in düğün salonunu hiç unutamam. Salim abi orada da sahne alırdı. Çok cömert bir insandı. Çıktığı bazı programlardan para almazdı ama bize kendi cebinden ödeme yapardı. Gerçek bir abiydi; hem sanatçı hem insan olarak…

Rahmetli Ali Osman Ulusoy’un Salim abiye olan hayranlığını da unutamam. Türk müziğine olan sevgisi, bizimle birlikte olduğu sofralara da yansırdı. Merhume Zehra Teyze… O hanımefendiliğiyle tam bir Trabzon kadınıydı. Osmanlı zarafetiyle örülmüş, mükemmel bir insandı. Her ikisini de rahmet ve özlemle anıyorum.

Zaman geçti, insanlar gitti, bazı değerler kaldı. Ama ne o müzik geceleri unutulur ne de o gönlü zengin insanlar. Biz o yıllarda sadece müzik yapmadık, dostluk inşa ettik, yürek yürek büyüdük. Sadettin Önsel’in bu duygulu anlatımı, aslında sadece bir anı değil; Trabzon’un müzikle yoğrulmuş bir dönemine, dostlukla örülmüş bir zaman dilimine tutulmuş aynadır. Bugün o günleri hatırladıkça anlıyoruz ki; bazı anlar ve insanlar gerçekten hiç unutulmuyor.