Ağustos 2010’da, yani bundan 15 yıl önce yazmışız. O günün şartlarında neden ve kimlere mesaj olsun yazmışız? Unuttuk! Ziya Paşa; “Hafıza-ı beşer nisyan ile malüldür”, yani “İnsan hafızasının özelliği unutmasıdır”ı demek ki boşuna söylememiş!

Bakın, hatırlayamadık!

Ama o günden bugüne “Aynı teraneden DEM vuranlar” azalmadı, aksine DEM’ciler arttı!

Yani 15 yıl önceki yazı, bugün geçerliliğini artarak muhafaza ediyor. Tıpkı yazdığımız zaman daha öncesini muhafaza ettiği gibi!

İşte o, “Yalan Mahzeninde kafayı çekenler” başlığını attığımız, atarken de önce tam birer ağabey, sonra harika meslektaşlar olarak bildiğimiz, yaşadığımız, birliktelikler yaptığımız Rahmet-i Rahman’a kavuşmuş Ziyad Nemli, Mehmet Tan ve Orhan Kaynar’ı her daim olduğu gibi tekrar tekrar andığımız bir yazı:

*

Ziyad Nemli’nin (1929-1990), “Oltaya Vuranlar.”

Mehmet Tan’ın, (1947-2003) “Trabzon Kazanı.”

Orhan Kaynar’ın (1948-2001), “Gel de Yazma.”

Bugün, aklımıza geldiğinde “Allah Rahmet Eylesin” diye başlasak da, adları-soyadları gibi şanlı ve namlı idi yazı köşeleri.

Ziyad Nemli’de, şiirin ve edebiyatın güzelliğindeydi “Oltaya Vuranlar.”

Mehmet Tan’da, Kaşgarlı Mahmut’un Türkçe’sinde ki müstesnalık spor yazılarıyla bir araya gelince bir başka oluyordu, “Trabzon Kazanı.”

Orhan Kaynar’da, “Kestirmeden ve bodoslamayla” giderek muhatabını bulurdu, “Gel de Yazma.”

Ustalarla yaşayıp da, gördüklerimizi, öğrendiklerimizi bizde “Satır Arası” diye paylaşmaya başladığımızda neler neler iletilmedi ki!

Ama en anlamlısı galiba, “Şunu satır arasına sıkıştırarak değil de, apaçık yazsana. Lâfın tamamını desene” diye zikredilendi!

*

Lâfın tamamını!

Kim ister?

Deliler hiç istemez.

Ama akıllı diye geçinen salaklar! İşte onlar isterler!

Çünkü delilik, aynı şeyi sürekli tekrarlamak değil, bunu sürekli yapıp farklı sonuçlar beklemek olduğuna göre, lâfın tamamı kalsa kalsa salaklara kalır.

İlle de okuyan değil, konuştuğu ve yazdığı ile akla hizmet ettiklerini sanan salaklara…

İlle de yalanları kamuoyuna, “Çamur at izi kalsın” mantığı ile sunanlara.

Eee; yalan mahzeninde kafayı çekip, gün ışığında, kamuoyu önüne atlarsanız, mahzenden kaptığınız yalan mızrağını da boşu boşuna çuvala sığdırmaya çalışırsınız.

Sığar mı?

Körün fili tuttuğu yere göre tarif etmesi misali, kendini dev aynasında görerek, “Adam oldum” sananlar mahzendeki sarhoşluktan henüz ayılmadıkları için mızrağı çuval olmasa da bir yerlere sığdırırlar!

Bu durumda mızrağı da göremedikleri için, “Çuvala sığdı” sanırlar!

KALENDERMEŞREP OLSAK YOK MU!

“Z” değil ama bizim kuşaktan olanlar bilir.

Çoğumuzda Nurhan Damcıoğlu’ndan (1941-2023) kanto olarak dinlemişizdir.

“Ben kalender meşrebim,

Güzel çirkin aramam,

Gönlüme eğlence isterim olsun.”

Farsça kalender ile Arapça huy ve tabiat manasındaki meşrep kelimesinin birleşiminden oluşan, “Dünya malında gözü olmayan, hoşgörülü mizaçlı kişi” demektir.

Aynı zamanda; “Türkiye toplumunda sayıları hızla azalanlar” olarak da tarif edebilir miyiz?

Ederiz, ederiz! Hem de bal gibi ederiz!

AZ SÖZ İLE TAM İSABET…

Gelişmek ile zenginleşmek farklı şeylerdir.

Mesela Araplar zengindir, ancak gelişmiş değillerdir.

Biz de Araplara özeniyoruz. Gelişmek değil, zenginleşmek istiyoruz.

Bu yüzden bilgili ve kültürlü değil, paralı ve nüfuzla insanlara saygı duyuluyor bu coğrafyada.

Aziz SANCAR (1946-)

A KÖFTE!

Aldığı Coğrafi işareti nasıl koruyor? Anlamıyorum.

Ama artık Akçaabat Köftesi, başındaki harf ile “A kalite” diye tarif edilir ihale geldi!

Neden mi?

Akçaabat Köftesi’nin eti, Karadeniz’in yamaçlarında gezerek beslenen sığırların yerine Amasya’da beslenenlerden geliyor da ondan.

Onun için köftenin merkezi Akçaabat’ta sadece “A” değişmedi. Çünkü Amasya’da da “A” var.

Ama köftenin tadı, tuzu, lezzeti değişti.

“Adı da değişmesi lazım” diyeceğim ama “Gözünü yumup, ağzını açan çok olur” endişesindeyim!

YEMEK SEÇENLERE ÖNERİM…

Nohut, Moloz’da Akyol’da,

Lahana çorbası Meydan’da Tad Pizza’da,

Tavuk şiş, Yenimahalle’de İsmail Usta’da,

Ayak paça, Pazarkapı’da Meşhur Paçacı’da,

Akçaabat Un Helvası, Yeni Mahalle’de Ömer Usta’da

MASAMIZA GELEN…

Göz yaşartmayan soğandan,

Yakmayan biberden,

Kokmayan domatesten,

Çivitsiz karpuzdan,

Dikensiz hıyardan,

Ekşi olmayan limondan,

Tanrı bizi korusun!

KISSADAN HİSSELER

Bu ülkede;

Ahır kokusundan şikayet edenleredir sözümüz!

Gün gelecek o ahırdakilere öylesine muhtaç olunur ki, ben diyeyim “Ahır”, siz söyleyen “tezek” kokusu herkese mis gelecektir misss!

Belki yarın, belki yarından da yakın!

Her hafta sonu Zigana’daki köyüne gitmekten vazgeçmeyen bizim Hüseyin’in makul ve mantıklı önerisidir:

-“Yaylalarda kaçak yapılan evler yıkılmasın. İnek bakma şartıyla affa uğratılsınlar.”

Makul ve mantıklı, hem de pratik bir çözüm olamaz mı?

*

TV ekranında “Suç örgütleri çökertiliyor.” alt yazı olarak geçince, ister istemez akla şu soru gelmiyor mu?

-“Ne zaman kurulmuşlardı?”

Bir de onu belirtseler yaa!

*

Temel ile Dursun’a soruyor:

-“Dursun, padişah olsan ne yerdin?"
- Soğanın cücüğü ile taze ekmek. Ya sen?
- “Ne diyeyim bana yenecek iyi bir şey bırakmadın ki?