Ne bir sesi vardır onun, ne de bir rengi… Ama her şeyin üzerinden geçerken iz bırakır.
Bir bakışın sıcaklığını, bir çocuk gülüşünün yankısını, bir dost sesinin tonunu alır gider. Biz fark etmeyiz bile; çünkü hayatın telaşı o kadar yüksektir ki zamanın parmak uçlarına bastığı o sessiz yürüyüşü duyamayız.
Bir sabah uyanırız; aynı şehir, aynı gökyüzü, aynı biz sanırız…
Ama değilizdir…
Bir yerlerde bir şey değişmiştir. Artık kahveyi eskisi gibi içmeyiz mesela. Bazı şarkıları dinlerken kalbimiz sızlamaz. Eski bir dostun adını duyduğumuzda gülümsemekle iç çekmek arasında kalırız.
İşte o zaman fark ederiz ki zaman geçmiştir ve onunla birlikte biz de değişmişizdir.
Çocukken zaman yavaş akar. Bir yaz günü sonsuza kadar sürer sanırsın.
Bir akşamüstü, sokağın köşesinde oynarken annenin “Hadi içeri!” sesiyle günün bittiğine inanamazsın.
Büyüdükçe o günlerin neden bu kadar uzun, bu kadar saf geldiğini anlarsın çünkü kalbimizde acele yoktu. Çocukken zamanı kovalamazdık, onunla yan yana yürürdük.
Şimdi ise saatlerin peşinde, günlerin ardından koşuyoruz. Takvimler bize yetişemiyor. Bir yerlere varmak isterken çoğu kez kendimizi geride bırakıyoruz.
Zamanın geçişi sessizdir ama etkisi derindir.
Bir bakarsın, aynadaki yüz çizgilenmiş, yüreğin sertleşmiş ve bazı acıların gözyaşıyla değil, susarak geçmesi gerektiğini öğrenmişsindir.
Bazı sözleri söylemiyorsun artık; çünkü her şeyin açıklanamayacağını, bazen susmanın en doğru cevap olduğunu biliyorsun.
Eskiden kaybetmekten korkardın; şimdi kaybetmenin de hayatın doğal bir dili olduğunu anlıyorsun.
Zaman, bizi olgunlaştırırken aynı zamanda törpüler.
Kimi zaman sevdiğin insanları senden alır, kimi zaman hayallerini eritir. Ama geriye her defasında bir ders bırakır.
“Her şeyin bir vakti var” demeyi öğretir.
Bazen bir çiçeğin açması kadar sabır ister senden, bazen de bir dalın kırılması kadar ani bir kabulleniş.
Ve sonunda fark edersin ki; zaman seni eksiltmiyor, sadece gereksiz fazlalıkları temizliyor.
İnsanın içindeki değişim sessizdir.
Bir gecede olmaz.
Küçük küçük başlar.
Bir sabah kahvaltıda sustuğun cümleyle…
Bir gün bir fotoğrafa baktığında hissetmediğin duyguyla…
Bir akşam, eskiden sana iyi gelen birinin artık içini sıkmasıyla…
Ve bir bakmışsın ki değişmişsin.
Büyümek, olgunlaşmak, kabullenmek… hepsi sessiz bir dönüşümün parçasıymış meğer.
Yıllar geçtikçe insan bazı şeyleri unutmakla değil, onlarla yaşamayı öğrenmekle değişiyor.
Eskiden “neden ben?” dediğin olaylara şimdi “iyi ki böyle olmuş” diyebiliyorsun.
Çünkü anlıyorsun ki seni bugüne getiren şeyler acıların, eksiklerin, kayıpların değil; onlara rağmen ayakta kalışınmış.
Zamanın verdiği en büyük hediye belki de budur:
Dayanıklılık…
Bir gün dönüp geriye baktığında fark edersin aslında kimse seni tam anlamıyla incitmemiş, aksine hayat, sadece seni eğitmiş…
Bazı yaralar seni koruyacak kabuklara dönüşmüş…
Bazı kayıplar seni kendine döndürmüş…
Ve seni, olman gereken kişiye dönüştürmüş…
Belki de mesele zamanın geçmesi değildir.
Asıl mesele, onun geçerken bizde bıraktığı yankıyı duyabilmektir.
Bir gün durup rüzgârın uğultusuna, bir kedinin mırıltısına, bir yaprağın düşüşüne kulak verirsen anlarsın ki zaman hiç geçmemiş aslında.
Sadece seni biraz büyütmüş, biraz yormuş, biraz da bilgeleştirmiştir.
Ve belki de en sonunda, bir akşam gün batımına bakarken içinden sadece şunu söylersin:
“Geçsin… Çünkü ben artık geçeni de, geçmeyeni de sevmeyi öğrendim.”