AK Parti’de son 48 saatte yaşanan gelişmeler adeta parti içinde bir deprem etkisi yarattı. Elâzığ, Muğla, Adıyaman, Niğde, Çanakkale, Ordu, Bitlis ve Tunceli il başkanlarının görevlerinden “istifa” ettikleri duyuruldu.
Ancak işin perde arkasına baktığımızda bu istifaların gerçekte birer görevden alma olduğu, hatta bunun sadece başlangıç olduğu konuşuluyor.
Resmî açıklamalarda görevden alınma gerekçesi olarak “performans düşüklüğü” gösterilse de işin aslı çok daha derin.
Kulislerden gelen bilgilere göre bu isimlerin Ankara’da bakanlıkların kapısını aşındırdıkları, iş ve ihale kovaladıkları, tayin ve atamalar için baskı yaptıkları, kısacası parti içinde olması gereken siyaset anlayışından uzaklaşıp çıkar takipçiliğine soyundukları iddia ediliyor.
Seçim başarısızlıkları bahane edildi ama asıl mesele bu değil.
Daha başarısız iller, hatta büyükşehirlerdeki fiyaskolar ortadayken bu 8 ilin başkanlarının gitmesi, perde arkasında başka bir temizliğin başladığını gösteriyor.
Bu il başkanlarının çoğunun Ankara’ya sürekli giderek bakanlıklarda iş takip ettiği, partinin radarına takıldığı hatta bu durumun parti genel merkezine raporlandığı belirtiliyor.
Bu noktada sorulması gereken soru şu bana göre.
AK Parti gerçekten doğru mu yapıyor?
Bana göre evet.
Çünkü bu yapı parti içinde yıllardır büyüyen bir sorun hâline gelmişti.
AK Parti’nin 2002’de iktidara gelirken verdiği en büyük vaatlerden biri rüşvetle, yolsuzlukla, yolsuzlukla, yasaklarla ve adam kayırmayla mücadeleydi.
İlk yıllarında da bu sözünü yerine getirdi.
2010’a kadar Türkiye’de daha adil, daha şeffaf bir yönetim anlayışı vardı.
Ancak 2011 sonrası parti etrafında menfaat grupları çoğaldı.
Büyük holdingler, iktidarla yakın ilişkiler kurarak büyüdü.
Parti tabanında yer alan pek çok kişi için siyaset, halka hizmetten çıkıp ihale ve tayin takipçiliğine dönüştü.
Bir gün bir atamayı yaptıramayan, bir ihale koparamayan, bir yakınını önemli bir koltuğa oturtamayan kişi o günü kayıp saymaya başladı.
İşte bu zihniyet, AK Parti’nin kuruluş felsefesinden tamamen uzak bir noktaya savrulduğunu gösteriyor.
Parti içinde son yıllarda oluşan bir başka sorun da “kibir abideleri” meselesi.
Tabanla bağı kopmuş, ulaşılmaz, halktan uzak bir siyasetçi profili ortaya çıktı.
Görevden alınan il başkanları arasında da bu profile uyan isimler olduğu söyleniyor.
Bu durumun parti tabanında ciddi bir küskünler ordusu oluşturduğu bir gerçek.
Evet, bugün alınan kararlar doğru olabilir.
Ancak bu süreç doğru yönetilmezse bu küskünler ordusu partinin en kritik iki seçimi olan 2028 Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerinde büyük bir risk oluşturabilir.
AK Parti’nin bu süreci hem kararlılıkla hem de adaletle yönetmesi gerekiyor.
AK Parti 2002’de iktidara gelirken Türkiye’nin “bağırsaklarını temizlediğini” söylemişti.
Şimdi aynı temizliği kendi içinde yapma zorunluluğu hasıl oldu.
Çünkü siyaset, çıkar gruplarının eline bırakıldığında halkın güveni sarsılıyor.
Halkın güveni sarsıldığında da sandıkta faturası kesiliyor.
Bu temizlik 8 il başkanıyla sınırlı kalmayacak gibi görünüyor.
Kulislerde 38 il başkanının daha görevden alınacağı konuşuluyor.
Eğer bu operasyon samimi bir şekilde yürütülürse, AK Parti 2002 ruhunu yeniden yakalayabilir.
Ancak eğer bu süreç sadece bir güç gösterisine dönüşürse, parti içinde daha derin yaralar açabilir.
Türkiye’nin önünde iki kritik seçim var.
Bu seçimlerden önce AK Parti kendi içine dönüp ciddi bir öz eleştiri yapmak zorunda.
Kendi kadrolarını gözden geçirip, partiyi menfaat odaklarından arındırmazsa sandıkta çok daha ağır bedeller ödeyebilir.
Dolayısıyla bugün yapılan temizlik sadece bir başlangıç olmalı.
2002’de milletin gönlünü fetheden, adalet ve kalkınma vaadiyle yola çıkan AK Parti’nin yeniden halkın partisi olabilmesi için bu adımların kararlılıkla devam etmesi şart.
AK Parti şimdi kendi bağırsaklarını temizlemeli.