27 Mayıs 1960 günü Türk demokrasi tarihinin en karanlık gelişmelerinden biri yaşanmıştır. 10 yıldır Türkiye’yi yöneten Demokrat Parti, silahlı cuntacılar tarafından devrilmiştir.
Cumhuriyet tarihimizin ilk askeri müdahalesine giden süreci şöyle bir hatırladığımızda aslında ilk karşı hareketin 14 Mayıs 1950 gecesi yaşandığı görülmektedir. Evet, yanlış okumadınız. Daha seçildiği gece Birinci Ordu Komutanlığı’ndan Cumhurbaşkanı İnönü aranarak seçimlerin iptal edilmesi istenmiş fakat İnönü, bu isteği kabul etmemiştir.
İktidara geldiği daha ilk gece müdahale korkusu yaşayan Demokrat Parti, 10 yıl boyunca askeri darbe korkusuyla ülkeyi yönetmiştir. Elbette bu baskı, zamanla iktidara bazı yanlışlar yaptırmıştır.
1960’a giden sürecin ilk adımı 1954 yılında Tuzla’da atılmıştır. 1954 Kasımında Tuzla Uçaksavar Okulu’nda Yüzbaşı Orhan Kabibay ve Yüzbaşı Dündar Seyhan’ın ilk kez örgütlediği bu cuntalar zamanla mantar gibi yayılmaya başlamıştır.
Cuntaların ortaya çıkış tarihine bakıldığında memlekette darbe için hiç bir gerekçenin bulunmadığı görülmektedir. Zira 1954 yılı Türk ekonomisinin iyi günlerini geçirdiği nadir dönemlerden biriydi. Seçimler yeni yapılmış ve iktidar partisi DP. %57 oy almıştı. Ayrıca özgürlükler noktasında da henüz büyük bir olumsuzluk yaşanmamıştı.
Hal böyle iken cuntacıların düğmeye basmasına neden olan temel gerekçe ise “Türkçe Ezan” yasağının kaldırılmasıydı. Ezanı aslına çeviren DP iktidarı bu durumu kabullenmeyen çevreleri de bir şekilde karşısına almıştı.
1954 sonrası artan cuntaların birden çoğalmasına neden olan gelişme ise 1956 sonrası yaşanan ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlardır. Türk ekonomisi 1956 sonrası enflasyonist bir baskılanma altına girmiş, İkinci Dünya Savaşı sonrası ilk kez rahatlığa kavuşmuş olan kitleler tekrar yokluk yaşamaya başlamıştır.
Seçimlerde rekor oy alan DP tartışılmaz güç haline gelmiş ve adeta güç zehirlenmesi yaşamaya başlamıştır. Mesela istediği oyu alamadığı (Osman Bölükbaşı’ndan dolayı) Kırşehir’i bir kanunla ilçeye dönüştüren iktidar, muhalefet partisi olan CHP üzerinde baskı kurmaya başlamıştır.
İktidarın hatalarını iyi değerlendiren ana muhalefet partisi CHP, 1957’de oy oranını yükseltmiş ve gelinen durumda siyasi tansiyon iyice yükselmeye başlamıştır. İktidar partisine karşı “bahar taarruzları” başlatan İnönü, gerilimi tırmandırarak kitleleri ayaklandırmıştır.
İşleri çığırından çıkaran gelişme ise Tahkikat Komisyonu’nun kurulması olmuştur. İktidar partisine muhalefeti yargılama hakkı veren bu kanunun ardından yaşanan öğrenci olayları ve harp okulu yürüyüşü gibi gelişmeler neticesinde Türkiye, 27 Mayıs günü askeri müdahale ile tanışmıştır.
Bugün geçmişe objektif ve sakin bir gözle baktığımızda iktidar ve muhalefetin yaptığı karşılıklı hatalar neticesinde Türk demokrasisinin büyük yara aldığını ifade edebiliriz. İşin teknik boyutuna değindiğimizde ise 1924’de tek parti iktidarına göre yazılan anayasa ve mevcut siyasal sistemle 1946’da çok partili hayata geçen Türk demokrasisi bunun bedelini ağır ödemiştir. Oysa çok partili hayata geçildiği günlerde iktidarı denetleyecek ve dengeleyecek kurumlar ihdas edilse idi bu yüz karası gelişme yaşanmayabilirdi.
Neticede 27 Mayıs birilerinin sonradan uydurduğu gibi bir ihtilal değildir ve hiç olmamıştır. Hiç bir fikri alt yapısı bulunmayan, sadece toplumun bir kesimine yönelik yapılmış hükümet darbesidir. İşin acı tarafı ise 1980'e kadar bayram olarak kutlanmıştır.
Bu olayı yok sayıp kafamızı kuma gömmek yerine yaşanan olaylardan gerekli dersleri çıkararak demokrasimizi layık olduğu seviyeye getirmemiz dileğiyle