Bazı insanlar vardır… Adım attıkları her yere iz bırakırlar. Gittikleri her gönülde bir yer edinirler. Öyle bir izdir ki bu, zamanla silinmez; hatıralarda, duvarlarda, formalarda hep taze kalır. Tıpkı Trabzonspor’un efsane başkanlarından, tarihe adını altın harflerle yazdırmış Şamil Ekinci gibi..

Ve şimdi bir başka isim, o izlerin tozunu silip yeniden görünür kılıyor: ERTUĞRUL DOĞAN.

Trabzonspor, geçtiğimiz günlerde yeni sezon formalarını tanıttı. Ama bu sadece bir forma lansmanı değildi. Bu, geçmişe duyulan büyük bir vefa borcunun ödendiği, şehrin belleğine saygının sunulduğu bir törendi. Yayladaki dumanı, dumandaki yağmuru, yağmurdaki çiçeği, çiçekteki böceği hatırlayan bir kulüp… Elbette kendi efsanesini unutmazdı. Ve bu hafızayı diri tutan bir başkan var artık: ERTUĞRUL DOĞAN.

Mattia Ahmet Minguzzi’nin, efsane başkan Şamil Ekinci ile yaylanın tepesinde yaptığı konuşma izleyen herkesin yürekleri dağlandı. “Efsaneler unutulmaz” diyen Ahmet’e, Şamil Dede’nin verdiği cevap ise içimizi burktu:
“Bizde unutulmaz çoktur Ahmet… Efsaneler unutulmaz, peki ben unutulur muyum?”
Ve sonra, sustu şehir. O anda sadece Şamil Ekinci’nin değil, tüm bir neslin sesi yankılandı yaylalardan denize… Ardından o tarihi söz geldi:
“Bak Ahmet, bu formayı bir kere giyince… Kim olursak olalım, bu formanın çocukları oluruz. Belki efsane olmayız ama biz hepimiz Kuzey’in çocukları oluruz.” İşte o anda Volkan Konak’tan Kazım Koyuncu’ya kadar özünü, sözünü unutmamış her isim yürekte yeniden canlandı. En son kaptan Dozer Cemil’in sesi geldi sanki rüzgârla:
“Ahmet, bu forma kimseyi unutmaz...”

Bu şehirde futbola sadece skor olarak bakanların değil, futbolu bir ruh olarak yaşayanların boğazı düğümlendi. Gözler doldu. Sesler titredi. Çünkü bu sadece bir forma değil, bir aidiyet meselesiydi. Bir hatırlatma. Bir sahip çıkış.

Başkan Ertuğrul Doğan, sadece A takımın başkanı değil. O, bu şehrin gençlerine umut olmuş bir lider. Trabzon futbolunun kalbine dokunan, mahalle aralarında top koşturan çocukların sesine kulak veren bir isim. Amatör kulüplere yaptığı malzeme yardımlarıyla futbolun yalnızca Süper Lig’den ibaret olmadığını gösterdi. Bir gün gençler “Bu sahada top oynanmaz artık” dediklerinde talimat verdi, zemin değişti. Çünkü o, futbolu sadece profesyonel bir mücadele değil; ahlaki bir sorumluluk, toplumsal bir görev olarak görüyor. Belki saha sonuçları beklentiyi karşılamadı. Belki tribünlerde üzüntü de yaşandı. Ama bu şehirde bir şey hiç değişmedi: Trabzonspor’un ruhu, karakteri, geçmişi ve geleceği… Ve o ruha yeniden nefes veren bir başkan var artık ERTUĞRUL DOĞAN.

Şamil Ekinci’nin açtığı yolda yürüyen, onun hatırasına sahip çıkan, sadece bir yönetici değil; bir yoldaş, bir hatırlatıcı, bir vefa insanı… Trabzonspor’un geleceği için geçmişi unutmadan adım atan bir lider.

Bu yazı bir teşekkürse, evet; kalpten bir teşekkürdür.
Bu yazı bir vefa ise, evet; hak edilmiş bir vefadır.

Çünkü bu şehir seni sadece bir başkan olarak değil, “Efsaneleri Unutmayan Başkan" olarak sevecek. Ve sen oldukça, bu forma hiç kimseyi unutmayacak.

YA İYİ GOLCÜ YA DA HİÇ!


Yeni sezonun ayak sesleri duyulmaya başlamışken, Trabzonspor cephesinde transfer heyecanı dört bir yanı sarmış durumda. Her gün yeni bir isim, her saat yeni bir iddia… Öyle ki, dakikada bir Trabzonspor’la anılan oyuncuların sayısı kulübün mevcut kadrosunu üçe katlar! Ancak ortada net bir tablo yok. Yazılanların çoğu, deyim yerindeyse Lafonteden masallar…

Transfer dönemi, menajerler için adeta bayram. Ligin bitmesiyle birlikte herkes elindeki oyuncuyu Trabzonspor etiketiyle parlatmaya çalışıyor. Ne hikmetse her menajerin aklındaki “en uygun adres” yine bordo-mavili takım. Çünkü yazacak haber yok, tutar mı tutmaz mı fark etmiyor; yeter ki isim döndürülsün.

Ancak dikkat edin, bugüne kadar Başkan, yöneticiler ya da Teknik Direktör Fatih Tekke’nin ağzından net bir “Şu oyuncuyu istiyoruz” cümlesi çıkmadı. Sadece bir maç öncesinde Fatih Hoca’ya Onuachu sorulduğunda “Beğendiğim oyuncu” yanıtı var elimizde.

İşte bu yüzden çok açık konuşmak gerekiyor: Trabzonspor yeni sezon öncesi öncelikle kaliteli, ses getirecek bir golcüyü kadrosuna katmalı. Çünkü bir takımın omurgası, atacağı golle şekillenir. Attığın kadar varsın, hele ki Süper Lig gibi dengesiz bir maratonda…

Şu ana kadar adı geçen isimlere bakıyorum da, bu yol doğru bir yol değil. Alınacak golcünün kalitesi tartışmaya açık olmamalı. Tribünü heyecanlandıracak, rakibi ürkütecek bir isim olmalı. Aksi takdirde, yapılan tüm transferlerin üstü çizilir, konuşulmaz bile.

Unutulmasın, üç yıl önce eski Başkan Ahmet Ağaoğlu’nun “Ben salı pazarına akşam giderdim, üç kilo şeftaliyi bir kilo fiyatına alırdım” sözü hâlâ hafızalarda. Ama o dönem geride kaldı. Trabzonspor artık bir günü bile boşa harcayamaz. Lig bitmişken A, B, C planları hazır olmalı, kamp öncesi takviyeler tamamlanmalı. Geç kalınırsa, geçen sezon yaşanan hayal kırıklığı bu sezon da fazlasıyla tekrarlanır. Golcü şart! Hem de öyle sıradan biri değil. Ya iyi golcü, ya da hiç!

KAPTAN GEMİYİ TERK ETMEZ

Türk futbolunun tarihine bakıldığında, kaptanlık makamı her zaman ağırlığı olan, sorumluluğu büyük bir görev olmuştur. Ancak bu makam, Trabzonspor’da her zaman biraz daha fazlasını ifade eder. Orası sadece bir kol bandının takıldığı yer değil; karakterin, aidiyetin, sadakatin ve inancın temsil edildiği bir yerdir. Ve o kol bandını taşıyanlar, geçmişten bugüne hep örnek olmuşlardır.

Bu onurlu zincirin ilk halkası, adını kulüp tarihine altın harflerle yazdıran rahmetli Cemil Usta’dır. O, yalnızca bir futbolcu değil; bir duruşun, bir ruhun ve bir kulüp felsefesinin timsaliydi. Kendisine "kulüp bul" denildiğinde, gözünü dahi kırpmadan şu cümleyi kurmuştu:
"Ben şampiyon takımın kaptanıyım. Başka bir takıma gidersem, o takımın arkasında sahaya çıkmam."
Bu sözler sadece bir veda değil; futbolun profesyonelliğine karşı insanın vicdanıyla verdiği bir karardı. Ve o karar, Trabzonspor ruhunun temel taşlarından biri oldu.

Yıllar geçti… Onur Kıvrak geldi Karşıyaka’dan. Sessizdi, alçakgönüllüydü ama yüreği Karadeniz kadar büyüktü. Kalesine geçtiği her maçta, formanın hakkını sonuna kadar verdi. Kaptan oldu, lider oldu. O da Cemil Usta gibi "gemiyi terk etmeyenler" kervanına katıldı.

Ve bugün…
Bu kulübün kalesinde yine bir dev duruyor: Uğurcan Çakır.
Adı her transfer döneminde Avrupa’nın dev kulüpleriyle, Türkiye’nin büyük takımlarıyla anılıyor. Monaco, Fenerbahçe, Galatasaray... Ama her Trabzonspor taraftarı biliyor ki, bu dedikodular sadece satırlarda kalır. Çünkü Uğurcan, Trabzonspor’un öz evladı, kaptanı ve sadakat timsalidir.

O, yıllarını verdiği bu kulübe sırt çevirmez.
O, kendisini bağrına basan bu şehirden kolay kolay kopmaz.
O, gözlerini bu camiada açtı; ilk duvar pasını, ilk sevinç çığlığını, ilk şampiyonluğunu, ilk gözyaşını burada yaşadı.
Ve şimdi amiral geminin dümeninde…
Fırtına sert esecekse, dümeni bırakan kaptan değil; dalgalara kafa tutan kaptan gerekir.

Uğurcan Çakır, sadece bir kaleci değil… Bir neslin gururu, Trabzonspor'un alnı açık yürüyüşünün en büyük teminatıdır.
Ve biz inanıyoruz:
Kaptan gemiyi terk etmez.
Ederse, bu sadece onurla, şerefle ve alkışlarla olur… Ama bugün o gün değildir.

BİR TAKIMIN RUHU NEREDEDİR?

Kalecinin kurtarışında mı, santrforunun gol sevinçlerinde mi, yoksa tribünlerde yükselen marşlarda mı? Trabzonspor için bu sorunun cevabı yıllardır aynı yerde saklı:

Orta saha çizgisinde…

Orada, oyunun akışını yönlendiren, bazen sahada görünmeden oyunu oynayan, bazen de tek bir müdahalesiyle rakibin nefesini kesen isimlerde…

Geçmişe dönelim biraz. “Maestro” kelimesinin bordo-maviye ne kadar yakıştığını ilk hatırlatan isimlerden biri Colman’dı. Onun sakinliği, pas temposu ve oyunu okuyuşu hâlâ hafızalarda.

Ardından Sosa… Sadece paslarıyla değil, liderliğiyle de Trabzonspor’u şampiyonluğa taşıyan bir kaptandı. O bir sanatçıydı, ayağında top değil, adeta kalem vardı. Satır, satır yazdı o sezonun hikâyesini.

Sonra Hamşik… Avrupa futbolunun duayenlerinden biri. Gelişiyle birlikte sadece orta sahayı değil, tüm camiayı ayağa kaldırdı. Onunla birlikte takım, sadece oyun anlamında değil, mental olarak da bir üst seviyeye çıktı. Hamşik’in sahada yürüyüşü bile özgüven aşılıyordu.

Ve elbette Bakasetas… Bir on numaradan fazlasıydı. Kritik golleriyle, isyanıyla, liderliğiyle tam bir Trabzon oyuncusuydu. Saha içinde sorumluluk alan, korkmadan top isteyen, her seferinde “ben buradayım” diyen bir karakter…

Ama unutulmaması gereken başka bir figür daha vardı: Siopis. Belki yıldız değildi, ama yıldızların parlaması için gerekli karanlığı sağlayandı. Rakibi bozan, baskıyı kuran, sahanın görünmeyen kahramanıydı. Topu kazanır, ardından sözü ustalara bırakırdı. Şimdi o ustaların hiçbiri sahada değil. Ve Trabzonspor orta sahası, sessiz. Topun yönünü değiştiren paslar, oyunun ritmini ayarlayan beyinler, rakibin oyununu bozan savaşçılar artık geçmişin sayfalarında. O sayfalarda şampiyonluklar, büyük maçlar ve unutulmaz anlar var. Ama bugün, o hikâyeyi yeniden yazacak kalem eksik. Trabzonspor yeniden ayağa kalkmak istiyorsa, önce kalbini bulmalı: Orta sahasını. Yeni bir Colman, yeni bir Sosa, yeni bir Hamşik ya da Siopis çıkmalı bu formayı giyecekler arasından. Çünkü o forma sadece ter değil, vizyon, cesaret ve zarafet ister. Ve biz biliyoruz ki, bordo-mavi o çizgiden yeniden doğabilir.

SEN NE GÜZEL ADAMSIN, ÖZGÜR ÖZEL

Önce insanım... Sonra gazeteciyim.
Tam 40 yıldır, hasbelkader bu mesleği yapıyorum.
Vatanımı, bayrağımı seven, iyi bir milliyetçiyim.
Kimsenin önünde eğilmedim, hep dik durdum. Ve durmaya da devam ediyorum.

Bu satırları kaleme alırken içimden geldiği gibi yazıyorum. Çünkü hepimizin hayatı boyunca unutmaması gereken en temel gerçek şudur: İnsan olmak, her kimliğin, her unvanın, her makamın önünde gelir. Meslekler geçer, makamlar geçici... Geriye kalan vicdandır, samimiyettir, insanlıktır.

Geçtiğimiz günlerde Manisa’da hepimizin yüreğini sızlatan bir veda yaşandı. Merhum Ferdi Zeyrek, Manisa’nın sevilen belediye başkanı, örnek bir insan, bir dost, bir evlat hepsinden önemlisi üç kız evladı olan bir baba olarak son yolculuğuna uğurlandı. Ancak bu veda sırasında bir sahne vardı ki, yüreklerimize kazındı…

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, can dostu, çocukluk arkadaşı, yol arkadaşı Ferdi Zeyrek’in mezarına inerken sırtında hiçbir siyasi kimlik yoktu. O anda karşımızda bir genel başkan değil, yüreği acıyla dolu bir insan vardı. Gözyaşlarını saklamadı. Kardeşi gibi sevdiği merhum Zeyrek’in ardından toprağa inip vedasını etti. Öyle içten, öyle samimi, öyle bizden biri gibiydi…

İşte o an dedim ki:
Sen ne güzel adamsın, Özgür Özel.

Bu, siyaset üstü bir duruştu.
Bu, insana, dostluğa, vefaya yazılmış büyük bir saygı mektubuydu.
Türkiye'nin dört bir yanındaki insanlar o anlarda ekrana baktığında, bir liderden çok bir insanı gördü.
Acıyı bizden biri gibi yaşadı, gözyaşını bizden biri gibi döktü.
Dostuna son görevini bir kardeş gibi yaptı.

Bugün bir gazeteci olarak değil, bir insan olarak yazıyorum bu satırları.
Özgür Özel’e olan sevgim, saygım tariflere sığmaz hale geldi.
Bu ülkenin güzel kalpli insanları, vefayı unutmayanları gördükçe, içimdeki umut yeniden yeşeriyor. 85 milyonun kalbine dokundun, Sayın Özgür Özel.
Sen bir lidere yakışan duruşun ötesinde, bir insana yakışan vicdanı gösterdin.

Cansın, can.
Adam gibi adamsın.
Sen ne güzel insansın…

KORKUDAN 15 GOL ATTIM

Bu haftaki anılar köşemizde, Trabzonspor’un unutulmaz isimlerinden, lakabıyla efsaneleşmiş "Tabut Ali’yi bir kez daha yad ediyoruz. Futbol sahalarında sertliğiyle rakibe korku, taraftara güven veren Tabut Ali, bu sefer hikâyesiyle gülümsetiyor.

Yıl 1980’ler… Tabut Ali, Trabzonspor formasıyla fırtına gibi estiği dönemde vatani görev için askere alınır. Acemi birliğini tamamladıktan sonra dağıtım yeri belli olur: Bayburt.

Henüz birliğine teslim olmadan önce, Trabzonspor’daki disiplinini konuşturarak bölük komutanını ziyaret eder. Tabii bölükte fısıltılar çoktan dolaşmaya başlamıştır: “Tabut Ali gelecekmiş.”

Nihayet birliğe adımını atar. Kenarda sessizce otururken, komutan çıkar ortaya ve sorar:

"Tabut Ali diye biri gelecekti. Geldi mi? Kimdir bu Tabut Ali?"

Ali ayağa kalkar, kısa künyesini okur:

"Benim komutanım. Trabzonsporlu Tabut Ali."

Komutan gözlerini kısar, tebessüm eder:

"Sen misin ha… O zaman işimiz var! Posta, Tabut Ali’ye hemen forma ve ayakkabı bul. Yarın kritik maçımız var. Komanda bölüğü bizi her seferinde farklı yeniyor."

Ve ardından tarihi emir gelir:

"En az beş gol atacaksın!"

Ali, asker selamını çakar:

"Emredersiniz komutanım!"

Ertesi gün sahada adeta fırtına kopar. Rakip şaşkın, maçı izleyenler mest. Tabut Ali öyle bir oynar ki, skoru tek başına 15-1’e getirir. Evet, yanlış duymadınız, korkudan 15 golün hepsini kendisi atar! Tribünde gol sevinçleri değil, gülüşler patlar.

Maç sonunda komutan gelir, sırtını sıvazlar:

"Helal olsun Tabut Ali! Sen git biraz memleket havası al. İzne çıkıyorsun, doğru Trabzon’a!"

Ve böylece Tabut Ali, bir kez daha formasını çıkarır ama bu kez asker formasını… Geride ise, Bayburt’a bir efsane bırakır.

Her şeyin dijitalleştiği bu çağda, bazı hikâyeler vardır ki sadece ağızdan ağıza, kalpten kalbe aktarılır. Tabut Ali’nin Bayburt efsanesi de işte onlardan biri. Kalın sağlıcakla… Futbol sahalarında, kışlada ya da anılarda… Tabut Ali her yerde bir efsaneydi.