Günümüz haberciliğinde, her ne kadar, ben diyeyim “Elektronik”, siz söyleyin “Dijital” medya çok ama çok önde gösteriliyor olsa da elin kağıda değmesi, gözünde kağıtlardaki satırlara sirayet etmesi, zekanın daha iyi anlaması, hatta kavramasına daha büyük katkı sağlıyor.

Bunu, sadece gazeteyi vazgeçilemez, vazgeçilmemesi gereken mevkute kabul eden ben değil, gelişim ve eğitim uzmanları da söyleyip, delilleri ile ortaya koyuyorlar.

Örneğin, “Öğrencinin bilgiyi ekran yerine tahtadan, kitaptan alması, idrak etmesi, elektronik ortamdakine, ekranlara göre kat kat daha fazladır” diyorlar.

*

Bu kısa giriş ve görüşten sonra, gücüne karşı durmanın zor olduğu suların, son olarak Doğu Karadeniz’de sebep olduğu, sel baskınları ve heyelanlar için meslektaşlarımın gazeteye attığı “Tek suçlu değişen iklim mi?” başlığına dikkat çekip devam edeyim.

Evet! Tek suçlu ha bire değişen, daha doğrusu değiştirdiğimiz iklim mi?

Ya da; “İklimin değişmesine sebep olan atmosferi kirletenler, delenler mi?”

Ya da; “Değiştirdiği iklim şartlarına rağmen, gereken tedbirleri almayanlar mı?”

Ya da, “10, 20, 50 yıl, hatta bir asır önce de aynı felaketler yaşanmasına, ‘Bir musibet bin nasihatten iyidir’ derb-i meseline rağmen tercihleri değişmeyenler mi?”

Ya da; “Toprağı tutan ağaçları kesenler mi?”

Ya da; “Islah ediyorum diyerek dere yataklarında suyun tapusu gasp ederek, coşacak sulara karşı daraltanlar mı?”

Ya da; “Daha önce benzerlerini silip süpürdüğü vadisine, Bir şey olmaz’ diyerek aynı binaları tekrar tekrar dikenler mi?

Ya da; “Tüm bunları yapmasına rağmen, kabahati halâ yağan yağmurda, coşan derede, kayan toprakta arayanlar mı?”

Yetmedi; “O sebep oldu, bu sebep oldu?” diye kabahati başkalarına yıkıp, buna rağmen suçlu bulamayınca, “Tabiat olayı” sayıp; “Ne yapalım Allah’tan” diyenler mi?

Ayder Yolu Heyelan (7)

Yani, bir başka deyişle, “Ben sebep olmadım. Ne yapayım. İyilikler benden, fenalıklar ondan bundan, dahası “HAYRİHÎ ve ŞERRİHΔ ye sığınarak Yaradan’a sayanların garabeti mi?”

Bin kere tekrarladım, bir kere daha aktarıp, hatırlatayım:

Cenab-ı Allah, Kur’an-ı Kerim’de, Nisa Suresi’nin 79’uncu Ayetinde şöyle bildiriyor:

Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Sana gelen her kötülük de nefsindendir, sendendir.”

*

Daha ne diyeyim?

“Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az” ı da binbir kere daha ifade ederek bitireyim, yağmur devam etsin!

Haaa! Kızacaklar olacaktır ama Allah’ın verdiği akıl ile iradesini kullanmayan, kullanamayı beceremeyenler için bir önerim var:

“Böyle hallerde yağmur yağmaması için duaya çıkın.”

HAREKET Mİ? HAREKÂT MI?

O ki gazetelerdeki başlıklardan başladık, oradan devam edelim.

Gazetede ki; “ÖZGÜR GAZZE HAREKÂTI” başlığını okuyunca, gözlerim parladı, ruhumdaki darlık, kafamdaki endişeler, yerini umutlara bıraktı!

Bıraktı bırakmasına da çok uzun sürmedi sevincim.

“Söz uçar yazı kalır” gerçeği ile tekrar baktığım da başlığın “HAREKÂT” değil de, “HAREKET” olduğunu görünce, bisiklet sürme ile başlayacaklarda daha sonra neler yapılacağının içeriğine dahi bakmadım!

Bakmadım ama ister istemez şu hadisi hatırladım:

“Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki bu imanın en zayıf derecesidir.”

Ezcümle; Gazzelilere, Filistinlilere, artık çoğu da yürüyüş, demeç, kınama, kermes, hatta son olarak “Filistin’i devlet olarak tanıma” denilenler adeta kalp ile buğz etmek misali bir durum gibi!

Atalarımız da boşuna “Lâf ile peynir gemisi yürümez” dememişler ki?

Ki, Orta Doğu coğrafyasında İsrail, nerede ise Gazze, Filistin diye bir yer bırakmamış (ki halâ da daha şiddetli kıyım yapıyor) ama ne hikmet ise bugüne kadar sinema seyircisi olmuş 150’i aşkın ülke şimdi Filistin Devleti’ni tanımaktan ben diyeyim “dem vuruyor”, siz söyleyin “söz ediyor”.

Ne denir?

“Şimdiye kadar nerede idiniz mi” desek.

Ya da, “Bir asır önce hazırlanmış BOP çerçevesinde, İsrail, Gazze’yi yıkıyor, Filistin’i ortadan kaldırıyor. Birileri çıkmış kaldırılanı, yokluğu tanımaktan söz ediyor.”

Ya da; “Atı alan Üsküdar’ı geçmiş” birileri Topkapı’da nutuk atıyor!

PARA ve ZAMAN

Nasrettin Hoca’nın “Parayı veren düdüğü çalar” kıssasını okuduktan sonra, bir kez daha yaşayarak anladım ki, bu dünyada paranın alamayacağı şeylerin başına, zamanı yazmak lazım.

Kıssadan hisse:

Yurt dışındaki bir seyahatte arkadaşım yanımda bulunan ve milyonluk Roleks saati olana “Saat kaç?” diye sordu.

O da, “19” cevabını verdi.

Ben de kolumdaki ucuz Seiko saate baktığımda da, “saat 19 idi!”

DÜNDEN BUGÜNE…

ALO 174 GIDA HATTI...

3 Eylül 2015’de, yani bundan 15 yıl önce yazmışız.

Değişen bir şey olmuş mu?

Cevabı size bırakıyorum!

*

Memlekette en hızlı gelişen ben diyeyim "davranış biçimi", siz söyleyin "sektör" sahtekârlık oldu!

İlle de yemede-içmede, yani gıda da. Daha doğrusu direk olarak sağlımızı etkileyen sektörde.

Sahte tereyağından mı dem vurursunuz? Yoksa gres yağı halini almış GDO'lu çiçek ve mısırözünden yapılmış yemekten mi? Ya da raf ömrünü doldurmuş gıda diye geçindirilen zehirlerden mi?

*

Geçen hafta Turizm Toplasın da lafı evirmeden-çevirmeden ve kıvırmadan direk söyledik: "Trabzon'da Gıda Denetimi yok" diye.

Devlet-i Aliyye den bu iş için maaş alanlar mesajı almışlar.

Ama asıl alması gereken halkın kendisi.

Ve de en "ALO 174" e yok denecek kadar az ihbar yapan da Trabzon halkı.

Hele hele, böyle bir ihbar sonucu gıda sahtekârlığı ve kirliliği yüzünden bir seferde kesilebilecek 14 bin TL'lik para cezaları da ortada iken

Biz sizin adınıza yetkilileri uyarmaya devam edeceğiz ama…

Ey vatandaş sen de sağlığına sahip çıksana!

KISSADAN HİSSE

Zengin biri, kalabalık içinde rastladığı Bektaşi'yi küçük düşürmek için sorar:

-Bektaşi efendi borcunuz var mı?

Bektaşi:

-Evet, bakkala biraz borcum var.

Adam:

-Canım ben onu sormuyorum? Namaz borcun var mı?

Bektaşi'nin cevabı:

-Namaz borcumu sormak Allah'ın işi. Sen ancak bakkal borcunu sorabilirsin.