Trabzonspor, sahada rakipleriyle boğuşurken saha dışında da başka bir maç oynuyor. Bu maç öyle bir maç ki skor tabelası borçlarla, yıllardır ihmal edilmiş arazilerle, kaybolmuş gelirlerle yazılıyor.

Mehmet Ali Yılmaz Tesisleri’nde; evet, koca Trabzonspor’un elinde küçük bir arazi dışında neredeyse hiçbir mülkü yok. Yıllar boyunca göz göre göre eriyen bir miras… Kapıdan içeri giren her yönetimin “sonradan fark ettiği” ama bir türlü çözülmeyen o büyük yük.

Ama şimdi koltukta oturan bir başka isim var:
Ertuğrul Doğan.

Bu şehir onu sadece bir başkan olarak değil; “kaybolmuş gelirlerin izini süren bir muhasebeci”, “kulübün üstüne çöken borç sisini dağıtmaya çalışan bir iş insanı”, hatta kimi zaman “yangını söndürmek için paspaslarla koşturan bir itfaiyeci” gibi görüyor.

Ve doğrusu, haklı da…
Çünkü Doğan, sadece masada konuşanlardan olmadığını çoktan gösterdi.
Borçları temizlemeye girişti. Kulübe yeni kaynaklar yaratmayı görev değil, mecburiyet bildi.

Şimdi önünde çok önemli bir viraj var. 13 Aralık 2025’te KTÜ Prof. Dr. Osman Turan Kültür ve Kongre Merkezi’nde yapılacak olan genel kurul…

Bu genel kurul, sıradan bir toplantı değil.
Trabzonspor’un kaderini değiştirecek bir dönemeç. Doğan ve yönetimi, İstanbul Kartal’daki, Kemerburgaz’daki, Akyazı Stadı ve çevresindeki tesislerde bulunan arazilerin gelir amaçlı kullanımı için kongreden yetki isteyecek. Yani bugüne kadar pas tutmuş, çürümeye terk edilmiş, “bir gün bakarız” denilmiş tüm kaynaklar ilk defa gerçek anlamda masaya yatırılıyor.
Bu aslında Trabzonspor’un en sessiz ama en derin devrimi.

“Kulübü borçtan kurtarmak” lafla olmaz.
Kongre salonlarında bağırmakla hiç olmaz.
Cesaret ister, vizyon ister, elini taşın altına koymak ister.

Ertuğrul Doğan şimdi tam da bunu yapıyor.
Kimileri için risk…
Kimileri için umut…
Ama Trabzonspor için şart.

Çünkü bu kulüp artık günü kurtarmakla yaşayamaz.
Çünkü bu kulüp, tabela arkası işlerle değil, geleceği inşa ederek ayakta kalabilir. Çünkü bu kulüp, yıllarca ihmal edilen mirasını artık ayağa kaldırmak zorunda. Akbabaların dolaştığı günler geride kalmalı…
Trabzonspor artık geçmişini değil, geleceğini sermaye yapmalı…

13 Aralık’ta verilecek karar, sadece bir yetki değil;
Trabzonspor’un kendine yeniden sahip çıkma iradesidir.

SERT TEPKİLERE RAĞMEN BU TAKIM AYAKTA!

Trabzonspor’un futbolundan kim memnun, kim değil… Tartışmanın ucunu nereye bıraksanız başka bir öfkeye, başka bir küskünlüğe dokunuyor. Bir kesim son dakikada gelen galibiyet golüne Fatih hocanın ve kulübenin çılgınca sevinişini diline dolayıp eleştiriyor. Öbürü, “Kardeşim, sevinecek tabii!” diyerek karşı çıkıyor. Meydan yine ikiye bölünüyor.

Ben anlamıyorum…
Bu takımın son nefeste gelen bir galibiyete sevinmesini niye dert ettiniz?
Bırakın şu akbabalığı!

Evet, akbaba… Çünkü bu yırtıcı kuşlar tam da böyle zamanlarda çıkar ortaya. Pusudadırlar. Gözleri hep birinin tökezlemesini ister. Kâbus gibi çökerler insanın tepesine. Bir damla kan görseler limi limi dökülmeye hazırdırlar.

Ama bilmezler ki bu şehir, sevinci de hüznü de sonuna kadar yaşayan bir şehirdir. Dünyanın en iyi takımları bile kötü oynadıkları günlerde son saniyede attıkları golden sonra çılgınlar gibi sevinir. Bu bir ayıp değil; bu futbolun kalp atışı. Eğer son dakika golüne sevinmeyeceksen, o zaman topun peşinde koşmanın da anlamı yok.

Bizim asıl ahlanıp vahlanacağımız şey belli:
Trabzon’da oynanan Gaziantep, Samsun, Alanya maçlarında kaçan puanlar. O puanlar cepten uçup gitmeseydi, bugün gazetelerin manşetlerinde yazan şey şu olurdu: “Trabzonspor lider! Hem de Galatasaray’ın önünde…”

Ama olmadı… Olmadı diye bu takıma, bu hocaya, bu futbolculara pusuda bekleyenlerin gölgesini düşürmek neyin telaşı? Bu takım, kötü oynasa da hedefe doğru ağır ağır ilerliyor. Kaptırdığı değil, topladığı puanlarla ayakta duruyor. Trabzonspor, bazen topu oynayarak, bazen yüreğiyle kazanır.
Ama her seferinde birilerini rahatsız eder. Siz onlara aldırmayın…
Çünkü bu şehir, akbabaların sesinden değil, kalbinin gürültüsünden tanınır.

TRANSFERİN SESSİZ AVCILALRI İŞ BAŞINDA

Trabzonspor ligde adım adım değil, koşar adım yoluna devam ediyor. Ancak bu koşunun nefesi yetmez; bazen yolda ayakkabının bağcığı çözülür, bazen yama ister takım… İşte tam da bu yüzden Bordo-Mavili kulüp, Aralık ayında başlayacak ara transfer dönemine daha şimdiden kolları sıvamış durumda.

Bu bir telaş değil; bu, işini doğru yapanların sessiz hazırlığıdır.
Bugün değil, yarın için plan yapmak isteyenlerin bakışı…

Trabzonspor’un neye ihtiyacı olduğu çok açık:
Sol stoper…
Sol kanat…
Ve nokta atışı bir forvet…

Bu üç bölge, takımın eksik kalan nefesi gibi. Maç içinde bir anda daralan, bazen tıkanan, bazen de “bir dokunuş daha olsa” dedirten yerler… Yönetim de teknik kadro da bunun farkında.

Ama işte Trabzonspor’un farkı tam burada:
Bu kulüp transferi öyle sokak arası pazarlığı gibi yapmaz.
Abartılı cümlelerle pazarlama yapmaz.
Sessizce izler, bekler, tam zamanı geldiğinde hamlesini yapar.
Bir bakmışsınız kimsenin aklına gelmeyen bir isim Akyazı’nın çiminde koşmaya başlamış…

Çünkü Trabzonspor’un transfer anlayışı başka takımlarınkine benzemez.
Bazıları yıldızın peşinden koşar, Trabzonspor ise yıldızı kendi göğünde parlatır.

Ara transfer kolay dönem değildir.
Yanlış bir dokunuş bir sezonu çöp eder, doğru hamle ise koca bir yılı ayağa kaldırır.
Bu yüzden Trabzonspor’un mesaideki sessizliği kimseyi yanıltmasın.
Bu sessizlik, fırtına öncesinin derin nefesidir.

Hoca ne istiyor biliyor, yönetim ne alması gerektiğini biliyor.
Üstüne basa basa “doğru oyuncu, doğru karakter, doğru bütçe” diyorlar.
Çünkü Trabzonspor yanlışı affetmez; yanlışı taşımaz.

Aralık ayı yaklaştıkça kimi cam fanus içinde isim arayacak, kimi gereksiz telaşa kapılacak.
Ama Trabzonspor öyle bir kulüptür ki;
Sessiz yürür, doğru vurur.

Sol stoper bulunur…
Sol kanat tamamlanır…
Forvet gelir, tabelanın kaderini değiştirir…

Yeter ki bu kulübün niyetini kimse hafife almasın.
Trabzonspor transferde de, sahada da, masada da
“göstermeden yapanlar” sınıfındadır.

Ve unutmayın:
Bazen en büyük hamleler, en sessiz hazırlıkların sonunda gelir.

ONANA: KÜLLERDEN DOĞAN KALE YÜREĞİ

Trabzon’un rüzgârı bazen hırçındır, bazen de insanın içini ısıtan bir dokunuştur. Son günlerde bu rüzgârın taşıdığı bir isim var: Onana. Dünyanın öte yakasında Manchester’ın ağır yüklerini sırtında taşıyıp gelen, ama Trabzon’da yeniden nefes alan adam… Başakşehir maçının son dakikasında takım arkadaşlarını ateşleyen o sesi duydum sahada. Bir kalecinin elleriyle değil, yüreğiyle kurtardığı anlardan biriydi. Ne kibir var bu adamda, ne de kendini beğenmiş bir eda. Sadece çalışmak, sadece üretmek, sadece arkadaşını omuzlamak…

İdmanda genç kalecilerin etrafını saran bir abi gibi. “Bu işin raconu budur” dercesine gösteriyor, anlatıyor, öğretiyor. Gülüşünde bile tevazu var. Trabzonspor yönetimine naçizane bir sözüm olsun: Bırakın bu adamı kalenin değil, takım ruhunun da sahibi yapın. Bonservisini alın, yarın geç kalmasın.. Bazı futbolcular vardır, formayı giyer çıkar. Bazıları vardır, formanın terine kendi hikâyesini katar. Onana da o hikâyeyi yazanlardan. Trabzon’un kalbine, sessiz sedasız imzasını atanlardan.

FAROZ’UN RÜZGÂRINA KARŞI YÜRÜYEN ADAM: BURHAN GENÇ

Trabzon’un sabahını en iyi kim anlatır biliyor musunuz?
Denizin tuzunu, rüzgârın sertliğini, kaldırımların hatırasını…
Bir de 83 yıllık ömrün omuzlarında taşıdığı onca hikâyeyi…
İşte o adamdır Burhan Genç.

Her hafta HAS Kuyumculuk ’ta buluşuruz Burhan abiyle.
Çayını alır, yüzünde o çocuk gülümsemesiyle oturur, sonra Trabzon’un yarım yüzyıllık hafızasını döker masaya.
Ve ben her defasında düşünürüm:
İnsan bazen bir şehrin yürüyüş şekli olur.

1974’ten beri…
Yağmur dinlememiş.
Soğuk aldırmamış.
Çamura hiç bakmamış.
Emperyal’in oradan başlamış yürümeye; Akçaabat Mersin’e kadar…
Aynı malzeme, aynı adımlar, aynı kararlılık.
Sonra aynı güzergâhtan dönüş.
Bir ritim gibi…
Bir ömür gibi…

Faroz’a gelince hafif bir soluklanır.
Orada durup “Bende yarı Farozluyum” deyişi vardır ki, insanın içine işler.
Çünkü biliriz: Faroz sadece bir mahalle değildir; bir karakterdir, bir duruştur.

Ama Burhan abiyle Faroz’un yolları çok daha eskiye dayanır.
63–65 yıllarında Avni Aker’in tribünlerinde…
Trabzon amatör küme maçlarında, Faroz mahallesi yerini aldığında…
O tribünlerin üzerinde bir ses yükselirdi:
“Kıymetli!”
O yıllarda Faroz çiftetellisini öyle bir oynardı ki, tribünlerin bile nabzı ritme uyardı.

Ama Faroz denince, işin ustaları da unutulmaz.
Mesela rahmetli Kostantin Muammer…
Faroz kolbastısının mimarı…
Bıyıkları heybetli, duruşu sağlam…
Bir oynardı ki, insanın ruhu bile eşlik ederdi farkında olmadan.
Köy Hizmetlerinde çalışırdı Muammer abi.
Babama saygısı büyüktü…

Bir semtin insanları birbirine böyle tutunur işte, dansla, muhabbetle, hatırla…

Ve bütün bu hatıraların arasında Burhan Genç, hâlâ yürür.
Bazen rüzgâra karşı, bazen hafızaya doğru…
Ama hiç yürüyüş istifini bozmaz.
Sanki her adımında Trabzon’un geçmişiyle bugününü birbirine bağlayan görünmez bir ip vardır.

83 yaşında…
Ama hâlâ yürüyenlerinden biri.
Belki de bazı insanlar yürüdükçe ömür uzar; bazıları yürüdükçe şehri uzatır.

Burhan Genç, Trabzon’un tam da böyle adamlarındandır.
Şehrin rüzgârı değişir, sokakları değişir, insanları değişir…
Ama onun yürüyüşündeki kararlılık hiç değişmez.

Çünkü bazı insanlar yaşlanmaz, sadece hatıraları çoğalır.
Ve o hatıralar, bir şehrin kolbastısı kadar canlı, bir Faroz sabahı kadar gerçektir.

Burhan Genç…
Faroz’un rüzgârına karşı yarım asırdır yürüyen adam.
Şehrin hafızasında adım adım iz bırakanlardan…