Söz konusu okuma olunca aklıma, öncelikle kağıtlara nakşedilmiş mevkute (süreli yayın) olarak gazete, süresiz yayın olarak da kitaplar gelir.
Onun için, zaman ve mekânda günlük tarihe tanıklık eden gazeteler ile iyi-kötü ayrımına gitmeden olabildiği kadar kitapları alır saklarız.
Hele hele eskilerden olunca yok mu!
Geçen gün binlerce kitabın arasında gezinirken, 67 yıllık Beyaz Kitap’ın Seçme Fıkralar Antolojisi elime geçti.
1958 tarihli ilk baskı kitapta Bedii Faik’den tutunda, Çetin Altan’a kadar onlarca üstattan “kıssadan hisse” babından satırlara dökülmüş yüzlerce yazı.
Bazıları var ki, “Dünden” demeye gerek yok, bugünde aynen geçerli.
İşte onlardan biri “TIMPIR TIMPIR TIM TIM TIM” başlığı ile Rahmetli Çetin Altan’dan. (1927-2015)
Eskiden Ankara Radyosu’ndan sadece alaturka çalınmasına taraftar olanların ileri sürdükleri bir sebep vardı:
-“Nasıl olsa alafranga öteki bütün istasyonlardan çalınıyor; isteyen açsın dinlesin.” derlerdi.
Galiba bu mantık gitgide ajans haberlerine de şamil olmaya başladı. Bizim radyo o saatlerde artık yalnız Bakanların nutuklarını yayınlamakla yetiniyor.
Öyle ya, dünya olaylarını nasıl olsa ötekiler veriyorlar.
EN ÇOK; NE GEZEN, NE DE OKUYAN BİLİR!
Bizim kuşak ortaokul ve lise sıralarında bugünkü tarif ile “tartışma” denilen “münazaralar” yapardı.
En çok da, “Çok okuyan mı bilir? Yoksa çok gezen mi?” ikilemini tartışılırdı.
O sıralarda “Çok okuyan” tarafında idim. Sonra meslekten dolayı “çok gezen” tarafında da yer alma şansını yakaladım.
Böylelikle Nasreddin Hoca’nın; “İkisi birden olsa kıyamet mi kopar?” deyişine misal teşkil ettik.
Ettik etmesine de, geçen gün derginin birinde Bilim İnsanı Aziz Sancar’ın harikulâde tespitini okuyunca, “Boşu boşuna, ya çok gezen, ya da çok okuyan bilir” ikilisinin peşine takılıp ispata kalkmışız meğer!
Dünyaca ünlü ve 1949 Midyat doğumlu Bilim İnsanının “tam isabet” denilecek işte o tespiti:
“Ne çok gezen bilir, ne de çok okuyan. En çok cahil bilir. Onlar her şeyi bilir!”
Oldu olacak bu gibi, toplumda hiç de az olmayanların varlıklarını, yerlerini de araştırmacı gazeteciliğin ustalarından rahmetli Uğur Mumcu’nun, “Bilgi sahibi
olmadan, fikir sahibi olanlar” diye yaptığı tarif ile tamamlayalım.
ALTAN ÖYMEN İLE OLMAK…
Söz konusu Trabzon olunca, O’nu “Hıfzırahman Raşit Öymen’in 1932 Doğumlu Oğlu” diye tarif etmeye başlardık.
Gazetecilik söz konusu edildiğinde ise 1950’den vefat edinceye kadar (2025) sürdürdüğünü, ANKA Haber Ajansı’nı kurduğunu bildik.
Siyasete 1961’de girdiğini. Sonra Milletvekili, Bakan olduğunu yaşayarak gördük.
1999’de CHP Genel Başkanlığı’na seçildiğinde de muhabir olarak yanında, yanı başında idik.
O’da Trabzon’a geldiğinde her daim Gazeteciler Cemiyeti’ne uğrar idi.
Ezcümle; her halinde O’ndan çok ama çok şeyler öğrendik.
Ama ille de “3S”yi, yani “Saygıyı, Sevmeyi ve Sabretmeyi…”
O’nu cismen tanıma bahtiyarlığını dünyaya geç gelebildikleri için elde edemeyenler Atahan Ünal’ın; “Kuşaklar Arası: Hayat, Siyaset ve Türkiye'nin Halleri Üzerine Bir Sohbet” kitabına başvurarak edinecekleri bilgi ile kazanım sağlayabilirler.
O’ndan; “Bu ülkede 50'lerde demokrasi için sokaklara döküldüğü, 60'larda demokratik bir Türkiye için mücadele ettiği, 70'lerde bağımsızlık ve kalkınmanın savaşını verdiği, çalkantılar, darbeler, siyasi ve ekonomik krizlerle düşe kalka bugünlere nasıl geldiğinin toplum hikâyesini” okuyarak da olsa öğrenebilirler.
O; unuttuğumuz Türkiye tarihini, anılarda kalmış gündelik hayatı, eskinin değerlerini hatırlayıp kazandıracakların farkına varmamızı sağlıyor.
ÇOCUKLARA…
Niye, neden cennet dururken, cehennemi anlatılar?
Serin sular var iken, ateşten söz ederler!
Cesaretli olmak var iken, korkudan dem vururlar!
Anlayarak okuma var iken, ezberletmeye çalışırlar!
İlle de durmadan neden şeytandan söz ederler?
Severek kıbleye dönmek varken, neden korkutarak ibadet yaptırmaya zorlarlar?
Neden çocukların muhâkeme eyleme yaşına gelmesine müsaade etmeden kundaktan çıkar çıkmaz, hegemonyalarına hizmet edecek şekle sokmaya çalışırlar? Hele hele, “Gerçeklerden ayrılmayın” diyecek yerde, sürekli “Yalan söylemeyin” ibaresini kullanarak, neden merak uyandırırlar?
Düşünmezler mi ki, “Çocuklara sürekli henüz bilmedikleri şeylerden söz ederseniz, onları meraklandırırsınız.”
DÜNDEN BUGÜNE İŞİMİZ-GÜCÜMÜZ; ALGI VE DALGA!
Toplumun gerçekleri görmemesi, görse de anlaması, algılayamaması, kavrayamaması, daha doğrusu "bakar kör olması" için ne gerekiyorsa yapılıyor.
Ben diyeyim "algı", siz söyleyin "dalga" operasyonlarının etkisinde kalıp aklını kenara atması için başta iletişim araçları olmak üzere “Amaca ulaşmak için her şey mubahtır” denilerek, her güzergâh kullanılıyor.
Her türlü göz boyama ve uyutma araçlarıyla, her yer adeta toz-duman haline getiriliyor. Aydınlıklar karanlıklara salınıyor. Sonra da samanlığa sokulup, karanlıkta iğne aratılıyor!
Ancak, arayanın, ya da arar görünenin ne zaman ki eline iğne batıyor, işte o zaman uyutulduğunun farkına az da olsa varabiliyor.
26 Nisan 2015
KISSADAN HİSSE
Bu nasıl bir dünya, hikâyesi zor,
Mekânı bir satıh, zamanı vehim.
Bütün bir kâinat muşamba dekor,
Bütün bir insanlık yalana teslim.
Necip Fazıl Kısakürek (1904-1983)