Bir sabah uyanıyorsun. Uyanmak öyle sıradan bir açılış değil göz kapaklarına. Hülyaların içinden gerçekliğe geçiyorsun. Gökyüzü artık maviliğin değil, dinginliğin berrak tonu. Yeryüzü, bembeyaz bir örtüye bürünmüş;

Sanki üzerine düşen her günahı affetmişçesine.

Deniz utanmış köpürmekten.

Dalgalar mahcubiyetle dokunuyor kıyıya.

Kuşlar vazgeçmiş belirsizliğe çırpınmaktan,

özgürce uçuyorlar diyardan diyara.

Ve ağızlar değil, düşünceler konuşuyor her dilde.

Düşünceler,

anlamın ötesinde bir dille haykırıyorlar;

İyilik.

Güzellik.

Esenlik.

Bertaraflar kıyımdan, zulûmden.

Kelimeler ağır gelmiyor yüreklere.

Her yürek, kendi yükünü hafifletmişçesine serin ve şifa niyetine diziliveriyor kulaklara.

Sonra

Cebinde bir anahtar;

Ne arayıp yorulmuşsun, ne de bulmak için feda etmişsin terini uğruna.

Avucunda bütün bilinmezliğin kapısını açan bir mucize gibi o anahtar.

Dağlar eğiliyor önünde,

ovalar seriliyor atlas gibi ayaklarına.

Kuyulardan zümrütler fışkırıyor adeta.

Anahtarı çeviriyorsun,

kapı gıcırdamıyor bile,

hasılı giriyorsun

zamanın sıfır olduğu,

mantığın eşiğinden geri dönüldüğü, yalnızca ruhun anladığı o mekâna.

Okyanuslar bir yudumda içilecek kadar şefkatli,

yeryüzü diz çöküyor önünde, ama sen gururlanmıyorsun.

Çünkü artık biliyorsun

sahip olmak değilmiş mesele, emanet bilmekteymiş yücelik.

Gerçeklik bazen tatile çıkmalı.

Renkler yer değiştirmeli.

Gökyüzü mor, deniz pembe olmalı.

Yıldızlar uçmalı kuşlar yerine.

Ve sen hakikatin tam ortasına uyanıveriyorsun;

Her şey bendeymiş

ben ise bir hiç’teymişim.

Bu âlemin ardındaki âlem içinde.

Varlık susmayı öğrendi.

Anahtarı çevirdin ya bir kere. Ve o eşiğin ardında bambaşka suretlerle karşılaştın.

Ses vardı, söz donuktu.

Fakat kayaların dili vardı.

Ağaçların, kuşsuz göğün, yere düşemeyen yaprakların, cılız ya da gür herşeyin bir sesi vardı.

Su gibi akmıyor durağandı artık zaman.

Mekân bir düşünceden ibaretti.

Ve sen, çıplak ayakla yürüyordun;

Toprak yumuşaktı zemin çiğ değildi.

Her adımın, tavaf edercesine dünyayı;

İşte orası, görmekten ziyade sezmekle kesfedilecek bir yerdi.

Orada yollar yoktu, yönler vardı.

Yönler, kalbin niyetine göre şekil alırdı.

Nihayet bir vadiye geldin.

En tepede veyahutta en diptesin.

Lâkin sen zaten hep buradaydın, fakat

uykudaydın.

Pür dikkat duymaya başladın, bütün zerreyi.

O geniş boşlukta birden

kendini gördün.

Orada soru yoktu.

Çünkü cevabın kendisi olmuştun.

Gözyaşı yoktu, umut yoktu, korku da yoktu.

Orada varoluşu idrâk edenler mırıldanıyordu sadece,

Ben yoktum.

Sen yoktun

O vardı.

Yalnızca o,

Asıl sahip...

MUHABBETLE