Yeni sezon kapıda… Futbol sevdalıları takvimleri çeviriyor, yürekleri ısıtacak bir haber bekliyor. Âmâ Trabzon’da rüzgâr sert değil, yaprak bile kıpırdamıyor. Transfer sezonu başlamış ama Trabzonspor sanki tatile çıkmış gibi.
Üç oyuncu geldi, eyvallah.
Ama tribünleri ayağa kaldıracak, çocuklara forma aldıracak, yaşlılara hayal kurduracak o “yıldız” hâlâ karanlıkta…
Taraftar homurdanıyor, ses yükseliyor.
Bir şehir ki futbolla yaşar, tutkusu Karadeniz kadar dalgalı.
Onlara kızamazsın, çünkü her sitemin altında bir aşk yatar.
Ama yönetimin de susacak hali yok.
Diyorlar ki;
"Localar satılmadı, kombineler yerinde sayıyor, formalara ilgi düşük,"
E doğru.
Kimse sabah erkenden kuyruğa girmiyor artık. Kombine alırken düşünülüyor, forma alırken etiket okunuyor.
Bu da bir gerçek.
Ama şunu unutmamak lazım:
Trabzonspor bir ruhtur.
O ruhu ateşleyecek tek şey, yıldız değil; kararlılıktır.
Taraftar bir transferle değil, bir duruşla coşar.
Geçen sezon erken çöktü bu takım.
Ne ligde direnebildi, ne kupada mutlu sona ulaştı.
Galatasaray’a finalde boyun eğdi, Avrupa rüyası suya düştü.
Oysa bu şehir pes etmeyi bilmez.
Şimdi herkes suskun.
Ama unutmayın…
Tribün susar, ruh konuşur!
Trabzonspor sadece futbol değil, bir karakter meselesidir.
Bu şehir; Fırtına’yla ağladıysa, Güneş’le de güler.
Yeter ki kulüp, vizyonla yürüsün, hesapsız hayaller değil akıllı adımlar atsın.
Yönetim yıldız bulamazsa, yıldız olmayı bilen gençleri keşfetsin.
Ama ne olursa olsun, bu halkın yüreğine dokunan bir Trabzonspor görmek herkesin hakkı. Çünkü bu şehir, o kutsal formaya değil, onun terine inanır.
"O ÇOCUKLAR BİZİM UMUDUMUZDU”
Trabzonspor’da transfer haberlerini okurken içimden bir ses hep başka bir sayfaya yöneltiyor beni.
O sayfa “gelecek” sayfası…
Yani gençlerimiz!
Geçen sezon U19 takımı Avrupa’da tarih yazdı.
Barcelona gibi bir devi finalde zorladı, Avrupa ikincisi oldu.
Bu bir kupa değil belki, ama Türkiye futbol tarihine kazınmış bir gurur sayfasıydı o.
Ama şimdi bakıyorum…
O çocukların çoğu ya başka takımlara kiralık verildi, ya da satıldı.
İçim burkuluyor.
Teknik direktör Fatih Tekke'nin elinde bir hazine vardı aslında.
Salih, Boran, Ahmet, Erol, Onuralp, Arda, Taha Emre…
Hepsi Trabzon toprağının çocuğu, hepsi Karadeniz’in asi dalgaları gibi yürekli.
Ama sanki o hazine saklandı bir yerlere.
Ve bazı mücevherler yavaş yavaş başka vitrinlere konuluyor.
Benim için bu sezonun en büyük transferi kim mi?
Ne 10 milyon Euro’luk yabancı,
Ne de Avrupa’dan getirilen kurtarıcı.
Benim yıldızlarım o genç çocuklar!
Çünkü onların gözünde sahici bir ışık var.
Çünkü onlar bu formaya doğdu, başka rengi bilmezler.
Trabzonspor yıllarca öz evlatlarıyla yürüdü zaferlere.
Unutmayın, Şenol Güneş de bir gün gençti.
Abdülkadir, Yusuf, Uğurcan, hepsi bir zamanlar o altyapının tozlu sahalarında ter döktü.
Şimdi yeni bir jenerasyonun doğuş zamanıydı.
Ama o doğum sancısına sabır gösterilmedi belki de.
Yapılan transferler takıma katkı sağlasın, itirazım yok.
Ama unutmayın, bu taraftar parayla alınan yıldızlara değil, yüreğiyle oynayan çocuklara aşık olur.
Ve o çocuklar bizim geleceğimizdi…
Gidenlere üzülsem de, kalanlar için hâlâ umudum var.
Belki bir gün, Salih kaptan olur, Boran Trabzonspor’u Avrupa’ya taşır.
Yeter ki o çocuklara güvenilsin. Çünkü bazen şampiyonluktan daha değerli olan, geleceğe duyulan inançtır.
PARAZİT YAYINI VE FUTBOLUN FREKANSI
Eskiden televizyonlar tüplüydü. Kanalları döndürerek arardık. Bir frekansta bulamadın mı ötekine geçerdin. Ama her zaman denk gelmezdin yayına. Kimi zaman karıncalanırdı ekran. Parazitlenirdi. Yayın giderdi. Saniyelik bir sessizlik çökerdi salona. Sonra bir ses: “Anten oynadı galiba!”
Bugün sosyal medya da aynı o eski televizyonlar gibi. Herkesin frekansı başka. Ama parazit çok.
Futbol dediğin duygu işidir. Bağlılıktır. Sadakattir. Taraftar, takımına sevdalı olur. Galibiyette sevinir, mağlubiyette öfkelenir ama her koşulda "yanındayım" der. Gelin görün ki, bazıları ekranın ayarını bozmuş. Ne maç görüyorlar, ne mücadele. Tek dertleri yorum yapmak. Hem de ölçüsüz, hem de bilinçsiz…
Başkana edilen laflara bakınca insanın içi cız ediyor. Adam sabah kalkmış, tesis gezmiş, gece kafasını yastığa koyamamış, elindeki imkanla takımı taşımaya çalışıyor… Ama ekran başındaki birileri oturduğu yerden parmağını sallıyor: “Başkan istifa!”
Hadi oradan! Bir parça anlayış, bir nebze destek çok mu? Yoksa destek vermek de mi lüks oldu? Antin kuntin laflarla, yalan yanlış bilgilerle takıma zarar vermek hangi sevdanın parçası? Sosyal medya meydan yeri değil, linç pazarı oldu. Klavye başında aslan kesilenler, tribünde sus pus.
Unutmayın, taş yerinde ağırdır. Herkes haddini bilmeli, fikrini elbette söylemeli ama ölçüyü kaçırmadan. Fikir, hakaretin maskesi olamaz. Eleştiri, destekten mahrum bir kin olamaz. Frekansımızı yeniden ayarlayalım. Takımımıza karınca kararınca sahip çıkalım. Anten düştü diye televizyonu camdan atmıyoruz değil mi? O zaman bu kadar kolay vazgeçmeyelim değerlerimizden, emek verenlerden.
Yayın açık. Ama parazitsiz izleyene…
AKYAZI SADECE FUTBOLUN DEĞİL VİZYONUN IŞIĞIDIR
Akyazı'da sadece futbol değil, bir şey daha parlıyor...
Geçen gün sosyal medyada bir fotoğraf gördüm.
Trabzonspor’un mabedi, Şenol Güneş Spor Kompleksi'nin geceden bir kare… Ama öyle sıradan bir stat fotoğrafı değil. Çatısından süzülen bordo-mavi ışıklar, Karadeniz’in gecesine bir tablo gibi yayılıyor.
İlk tepkim şu oldu:
“Bu bir stat değil... Bu bir duruş.”
Trabzonspor Başkanı Ertuğrul Doğan’ı çok uzun zamandır takip ediyorum. Onun başkanlığında atılan adımlara bakınca, insanın aklına sadece futbol gelmiyor. Bir vizyon, bir şehir estetiği, bir aidiyet duygusu geliyor.
Şenol Güneş Spor Kompleksi artık sadece maçların oynandığı bir alan değil. Modernleşen tribünler, artan localar, güçlenen ses sistemi, yenilenen ışıklandırma... Ve en çok da o gece ışıkları… Bana göre artık o stat, Trabzon’un gecelerini süsleyen bir sanat eseri gibi.
Futbol artık yalnızca 90 dakikadan ibaret değil.
Gittiğiniz stat, oturduğunuz koltuk, gördüğünüz ışık, duyduğunuz ses, izlediğiniz atmosfer… Hepsi o kulübün hikâyesini anlatıyor.
Ertuğrul Doğan, bu hikâyeyi yazmaya kararlı bir başkan gibi görünüyor.
Bugün tribünleri yeniliyorlar.
Yarın belki kulüp müzesini, belki altyapı akademisini...
Ama bir şey kesin:
Trabzonspor artık sadece sahada değil, şehirle beraber büyüyor
Benim çocukluğumun futbolu başka bir şeydi.
Bugün ise statlar bile bir kimlik arayışında.
Trabzon, bu kimliği sadece formasında değil, ışığında da gösteriyor.
O yüzden diyorum ki...
Akyazı artık sadece futbolun değil, vizyonun da ışığıdır.
BAŞARIYI ÇİZGİDE VE BİLİMDE YAKALAYAN İSİM: PROF. DR. ABDULLAH BORA ÖZKARA
Türk sporunun ve akademi dünyasının parlayan yıldızlarından biri olan Prof. Dr. Abdullah Bora Özkara, başarı dolu kariyeriyle hem sahalarda hem de bilim dünyasında iz bırakmaya devam ediyor. Sağlık Bilimleri alanında profesörlük unvanını taşıyan Özkara, aynı zamanda Türkiye Futbol Federasyonu’nda (TFF) Hakem İşleri Koordinatörü olarak Türk futbolunun gelişimine katkı sağlıyor.
Hakemlik kariyerine 2006-2007 sezonunda klasman hakemi olarak adım atan Özkara, disiplinli çalışması ve sahadaki duruşuyla kısa sürede dikkatleri üzerine çekti. 2014-2015 sezonunda Süper Lig yardımcı hakemi olarak en üst düzey ligde görev aldı. Bu dönemde gösterdiği başarılar, onu uluslararası sahnelere taşıdı. Son dört yıldır FIFA Yardımcı Hakemi olarak dünyanın farklı köşelerinde maçlar yöneten Özkara, ülkemizi gururla temsil ediyor.
Saha dışında ise bilimsel çalışmaları ve eğitime verdiği önemle tanınan Özkara, üniversitelerde sayısız öğrenciye rehberlik ediyor. Profesyonellik, bilgi ve disiplini harmanlayan Prof. Dr. Abdullah Bora Özkara, genç hakemlere ve sporculara ilham kaynağı olmaya devam ediyor. Onun hikâyesi, sadece çizgilerin değil, hayatın da kurallarını başarıyla yönetmenin mümkün olduğunu gösteriyor.
BİR ÇINARIN GÖLGESİNDEKİ TORUN GÜLÜŞLERİ
Ariana Holding Yönetim Kurulu Başkanı ve 1954 Kelkit Belediyespor’u uzun yıllar sonra 3. Lig'e taşıyarak kulüp tarihine adını altın harflerle yazdıran Onursal Başkan Murat Akın, bu kez sahnede değil, sahil kenarında. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin güneşi altında, başarıların değil, torunlarının sıcaklığını hissediyor.
Dilay, Simay, Efe ve Eymen… Dört küçük kalp, bir çınarın gölgesinde serinliyor. Onların koşuşturması, kahkahası, "dede" diye sarılışları, hayatın telaşına kısa bir mola gibi… Murat Akın’ın gözleri iş hayatında ya da statta değil artık; torunlarının göz bebeklerinde.
Yıllar boyu ülke ekonomisine kattıkları, spora yaptığı katkılar, yönettiği kurumlar, başardığı projeler… Her biri büyük alkışlar aldı, gazetelere manşet oldu. Ama hiçbiri, Eymen’in boynuna sarılışı kadar ısıtmadı yüreğini. Simay’ın saçına taktığı tokayı gösterişi, Efe’nin sorularla merakla etrafına bakışı, Dilay’ın nazlı yürüyüşü… Her biri ayrı bir hatıra defteri açıyor onun için. Anadolu’da derler ki: “Evlat ticarettir, torun kârdır.” Belki güldürür bu söz, ama bir gerçeği de usulca fısıldar. Çünkü torun, insanın yorgun geçmişine yeniden çocukluk serinliği getirir. Torun, yaşanmışlıkların ödülüdür.
Murat Akın için hayatın başka bir mevsimi başladı. Daha az toplantı, daha çok masal… Daha az tabela, daha çok oyun parkı. O artık sadece bir yönetici, bir başkan değil; dört küçük kalbin kahramanı.
Kimi zaman kumsalda bir kale yaparken, kimi zaman otel lobisinde çaktırmadan dondurma ısmarlarken yakalanıyor gülümsemesine. Bu kez objektifler değil, torunlarının gözleri onun peşinde. Kupalar geçer, unvanlar unutulur, başarılar birer satıra dönüşür. Ama bir dedenin torunlarıyla geçirdiği anlar. İşte onlar ömür boyu kalır.