Yakın dönemin en acı hikâyeleri hâlâ canlılığını korur, dile gelir olduğunuz yerde.
Birinci ve İkinci Balkan Savaşlarının öncesi vardır, sonrası...
Milyonlarca Türk yollara dökülür; hedef İstanbul'dur, ölür, öldürülür.
Ne zaman Balkanlardan geçsem, Balkanlardan göçen biriyle sohbet etsem aklıma bu mezalim gelir, ürperirim. Dile kolay, dört asrı aşkın bir süre Roma'ya karşı koruduğumuz topraklar...
Ve bu topraklar üzerinde birbiriyle bağlantılı uygarlıklar...
Bu bayramı orada geçirince Paulo Coelho gibi hissettim kendimi.
Piedra ırmağının kıyısında olmasa bile… “Arda Nehri Kıyısında Oturdum Ağladım”.
***
İpsala'dan Yunanistan topraklarına girdiğimizde ne yalan söyleyeyim, oldukça bakımsız gördüm Avrupa'yı! Her tarafı çöp götürüyor. Yollar, köprüler, korkuluklar...
Dedeağaç'a yaklaştığımızda tipik bir Ege şehrinde bulduk kendimizi.
Fakat vahşi yapılaşmadan nasibini almamıştı(!).
Özellikle sahil boyu adeta turist kaynıyor. Turist derken, bizimkiler, Türkler yani.
Menüler Türkçe, sağda soldaki konuşmalar da... Çalışanların bazıları da öyle...
Gümülcine ve İskeçe tarafından gelmişler.
Düşündüm de bizim Trabzon'da Arapların daha kolay iş bulmasıyla eşdeğer bir durum.
Dil biliyorlar, Arapları iyi tanıyorlar...
Dedeağaç da işi çözmüş ve burada Türkler olmasa yüzlerce işyeri kapısına çoktan kilit vurmuştu. Otel, restoran ve kafeler bizden soruluyor.
Hizmet güzel, fiyatlar uygun. Kalabalık bir aile için inanılmaz ucuz.
Deniz ürünleri başta olmak üzere menüde yok yok. Bir kuş sütü eksik yani...
Bizim ülkemizdeki fiyatların bu denli yüksek olması canınızı yakıyor.
Dedeağaç’ın adını 'Alexandropolis' olarak değiştirseler de şehir, "Türkopolis" olup çıkmış.
***
Bulgaristan'a gelip de Cep Herkülü, Dünya ve Olimpiyat Şampiyonu Naim Süleymanoğlu'nun heykelinin olduğu Mestanlı'ya uğramamak olmazdı. Cebel'e de oldukça yakın...
Daha önceleri fotoğraf ve filmlerinden tanıdığım yerdeydim. Fotoğraflar çektim, çektirdim.
Naim Süleymanoğlu’nu, “Dünyayı ayağa kaldıran, Doğu Bloku'nu yıkan adam” gibi görüyordum.
Küçük Dev Adam...
Yüz binlerce Türk’e yeni kimlikleri dayatan zorbalığı tüm dünyaya O duyurmuştu.
Her aklıma geldiğinde Jivkov, Stoyanov, Kubadinski ve Mladenov gibilere lanet ederim sadece.
İyi ki aynı soydan gelen Türklerle Bulgarların Avrupa Birliğine girdiklerini göremediler.
***
Yolculuğun son durağı Cebel'e varmak üzereydik.
Bulgaristan'da Kırcaali'ye bağlı bir kasaba...
Sokakları, yolları ve parklarıyla çok şirindi.
Yeni belediye başkanı Necmi Ali'ye bağlıyorlardı bu değişimi ve çok seviyorlardı.
Rodoplarda parıldıyordu ve ilk görenlerde kısa bir şaşkınlık yaratıyordu.
Gösteri alanı, az önce cıvıl cıvılmış.
Bizim çocuklar da birazdan şeker toplamaya çıkmak için son hazırlıklarını yapıyorlar. Çalacakları kapılar bir bir anlatılıyor, bu geleneğin yaşatılması için özel bir çaba harcadıkları besbelli. Üzüldüğüm nokta ise Türkiye’de kaybolan ne kadar değerimiz varsa sınırlar dışında özel olarak korunuyor sanki. “Bir gün Türklüğü bile onlardan öğreneceğiz” diye mırıldandım sadece.
Gösteri merkezi, orman içi yürüyüş yolları ve kafelerle kabuğunu kırmış Cebel.
Çöp kutularının çevresinde bir tane bile (!) izmarit, çekirdek olmaz mı?
Ya yol boyunca sıralanan ağaçların köklerini örten beyaz çakıl taşları!
Tamamlanmak üzere olan kapalı yüzme havuzu da kasabaya zenginlik katacak.
Cebel'in, Bulgaristan'ın en bakımlı kasabalarından biri olması boşuna değil.
***
Sabahattin Ali’nin doğduğu yerdeyiz.
Ardino’da (Eğridere)...
Heykeli önünde poz verirken herkesin yüzü asıktı.
Kuyucaklı Yusuf’la Kürk Mantolu Madonna’nın yazarına veda etmek hiç de kolay olmadı.
Türkiye Bulgaristan sınırında öldürülmüştü dünyaca ünlü Türk yazar...
Ardino Tarih Müzesinin bahçesinde karşılıyor sevenlerini...
Minnetle, şükranla, rahmetle anıyoruz
***
Bizim Karadeniz'le benzer yönleri olsa da evler ova köyleri gibi bir arada...
Hizmet götürmeyi kolaylaştıran bir şeydi bu.
Bulgaristan'ın önemli tütün üretim merkezlerinden Cebel'de tütünün 't'sinden eser yoktu. Birkaç eski bina ve Tütüncülük Meslek Okulu hâlâ ayaktaydı. Parti ve kooperatif binaları...
Avrupa Birliği'ne girdikten sonra her yer gibi Cebel'in de çehresi değişmiş. Fakat bu değişimi "halkın uyumu" ile açıklayanlar çoğunlukta...
Kural koymakla olmuyor bu işler, vatandaşın da benimsemesi, umursaması gerekiyor.
Kavga yok, gürültü yok, çöp yok... Her yer tertemiz, ışıl ışıl…
***
Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından restorasyonu tamamlanan Cebel Camii bayram namazında tıklım tıklım… Özellikle Türkiye’den gelenlerle bahçede bile yer kalmamış.
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından gönderilen Hoca kıldırdı bayram namazını.
Kırcaali Müftüsü ile Cebel Belediye Başkanının selamıyla tebriklerini de iletti cemaate.
Meydandaki kafede “CEBEL” yazılı anıtın tam karşısındayım.
Fonda Türkçe şarkılar çalıyor, anıttaki “Hak ve Özgürlük Savaşçıları Anısına” yazısı daha da büyüyor gözlerimde.
Birkaç gün daha buradayım ve sevgili dünürüm Güngör Tezcan’la birlikte Pomakların yaşadığı köyleri görmek için sabırsızlanıyorum.
“Kalbimiz Türkiye’de kaldı” diye zaman zaman söylensek de…
Aslında buralar da bizim ve “yüreğimizun orta yeri”…
*Tüm okurlarımın Kurban bayramını kutluyorum.