Bazı sabahlar uyanmak diğerlerinden daha zor gelir. Gözlerinizi araladığınızda sizi bekleyen hiçbir şey heyecanlandırmıyorsa, uzun zamandır gerçekten dinlenemediğinizi fark ediyorsanız ve en sevdiğiniz şeyler bile artık size keyif vermiyorsa... Belki de bu yazı tam da size yazılmıştır.

Tükenmişlik sendromu, yalnızca “çok çalışmak” ile açıklanamayacak kadar karmaşık bir süreçtir. Bu; uzun süreli stresin, bastırılmış duyguların, kendinden vazgeçişlerin birikmiş halidir. Bedeniniz hala ayakta olabilir ama ruhunuz yavaş yavaş yorulmuştur.

Kimi zaman bir iş yerinde hedef yetiştirmeye çalışırken, kimi zaman evde herkesin yükünü sırtlamaya çalışırken başlar bu yorgunluk. Sessizdir, görünmezdir. İlk sinyaller küçük olur: Odaklanmak zorlaşır, uykular bölünür, keyifler solar. Zamanla bu belirtiler büyür ve insan kendisini içinden çıkamadığı bir boşlukta bulabilir.

Tükenmişlik, başarısızlık ya da yetersizlik değil; tam tersine, çoğu zaman sorumluluk sahibi, özverili ve duyarlı insanların karşılaştığı bir durumdur. Her şeyi aynı anda ve eksiksiz yapmaya çalışan insanların “dur” demeyi unuttuğu noktada ortaya çıkar.

Peki ne yapmalı?

Öncelikle, kendinize şefkat göstermeyi öğrenmelisiniz. Her şeye yetişmek zorunda değilsiniz. Mükemmel olmak zorunda hiç değilsiniz. Sınırlarınızı fark etmek, ihtiyaçlarınızı görmek ve kendinize bakım vermek zayıflık değil; en insani ihtiyaçlardan biridir.

Destek istemek, konuşmak, paylaşmak iyileştirici bir adımdır. Bu süreci tek başınıza taşımak zorunda değilsiniz. Zira tükenmişlik, yalnızlaştıkça derinleşen bir histir.

Sevgili okur, kendi ruh halinizi ciddiye alın. Yorulduğunuzda durun. Ağladığınızda susmayın. Ve kendinizi hatırlamaya çalışın. Siz yalnızca yaptığınız işlerden, yerine getirdiğiniz görevlerden ibaret değilsiniz. Siz, değerli bir insansınız. Ruhunuza iyi bakın.

Bugün, bu yazıyı okurken kendinize dönme cesareti gösterebildiyseniz... İşte o, iyileşmenin ilk adımıdır.

Sevgiyle